Aydın UZKAN

Aydın UZKAN

Rekabet sosyolojisi

Rekabet sosyolojisi

Aynı işi yapan kimseler ya da kuruluşlar arasındaki daha iyiye ulaşma yarışması , bu uğurda sürdürülen üstün olma mücadelesi diye tanımlanır rekabet. Piyasa süreci olarak algılanır ama insanın doğasıyla birlikte yaşamın her alanında vardır. Duyulduğunda akla yarış gelir önce.Yarış ise kazanma ve kaybetmeyi çağrıştırır.

Değişik görünümlerden ibaret olan rekabet, ailede çocukların, iş hayatında şirketlerin ve dünya çapında devletlerin mücadelesine kadar genişleyen bir yelpazeye sahiptir. En önemli unsuru insan olan rekabet anne karnında iken başlar. Anneler bebeklerini rekabet edercesine diğerininkiyle yarıştırır. Çocuklukta kardeşler arasında kıskançlıkla başlayan pasif rekabet , dışarıdakilerle devam eder. Okuldaki not ve başarıların rekabeti, ileriki yıllarda daha da şekil değiştiriyor. İş hayatında meslekler, yolda otomobiller , banka hesapları ve siyasi güçler rekabet eder. Acımasız ve o kadar da heyecan verici bu süreç , kâh gelişmenin önünü açar, kâh duvarlar örer.

Toplumun içinde bir refleks olan rekabetin vücut bulması için illa ki kapitalist bir düzene gerek yoktur.‘’Rekabet kapitalizmin ürünü değil, insanın ve dünyanın tabiatının sonucudur. Yani kapitalizm rekabeti doğurmaz, rekabet kapitalizmi doğurur. Dünya sonsuz bolluk dünyası olsaydı, insanlar tanımadıkları bireyleri kendilerinden ve aile efradından daha çok düşünse ve gözetseydi, rekabet var olmazdı. Rekabet insan hayatının bir gerçeği, sadece kapitalizmde değil, her sistemde mevcut…’’(1)

Rekabet güzeldir. Motive eder, odaklanmanı, yenilikleri takip etmeni, ilerlemeni sağlar. Rakibin iyi oldukça sen de iyi olmak zorundasındır. Rakibin kendi hanesine bir artı yazdırınca sen, iki artı eklemek için çalışırsın. Daha iyi olmak için içsel bir dürtü hissedersin. Rakibin kendisine bir takviye yaptığında sen kendini güçlendirmek için yeni kaynaklar arar daha önce yapılmamış olanı yapmaya çalışırsın. Bu sporda da, ticarette de, sanat dallarında da böyledir.(2)

Bu tanım ve özelliklere bakıldığında rekabet gayet imrenilecek ve sarıp sarmalanacak bir olgu. Rant çevreleri tarafından haksız bir eyleme dönüştürülmediği sürece güzel. Doğru dozlarda alındığında üretkenliği ve verimliliği olumlu yönde etkiliyor. Oysa rekabet teorisinin pratikte hiç te gülen yüzüne rastlayamıyoruz. Durmadan artan bir hız ve hareket mecburiyeti beden ve ruh yapılarını iğdiş ediyor.Özneyi nesne, nesneyi özne yapan, kimi zaman savaşa dönüşen bu hırs ve çıkar çekişmesi, bireysel ve toplumsal hayata geri döndürülmez zararlar veriyor.

Başarıdan ziyade galibiyeti hedef alan rekabet, insanın el ilkel dürtülerini ortaya çıkartarak, bir ideoloji ve yaşam biçimi olma yolunda ilerliyor. Hayatın odağında ve büyük balığın küçük balığı yemesi misali merhametin damarlarını tıkayarak yol alıyor. Birey, örgüt ve toplumun kendi varlığını , başkalarının varlığı ile anlamlandırmaya yöneltiyor. Hırsla beraber, şişkin bir ego, kıskançlık ve kibri de taşıyor beraberinde. Hep bir hüsran saklıyor gerisinde.

Bir Türk psikiyatri hekimi ve yazar olan Prof. Dr. M. Kemal Sayar, rekabetle ilgili şunları söylüyor ; ‘’…Rekabetin ve tamahkârlığın insanı iyi yönde güdülediğine, bu yönüyle de kaçınılmaz olduğuna dair Batılı anlayışı artık bir kenara bırakalım. Rekabet saldırganlığı kamçılar ve bir başkasına dirsek atarak öne geçmeyi meşrulaştırır. Rekabetçilik bize kaynakların kıt olduğu durumlarda yarışmanın ve saldırganlığın kaçınılmaz olduğunu söyler ve evrimsel psikolojiden destek alır. Böylece serbest piyasa kapitalizminin acımasızlık ve eşitsizliği meşrulaştırılmış olur….

Rekabetçi kültür bize diyor ki, ‘zekan, güzelliğin, çekim kabiliyetin, kariyer gelişimin, başarın, bilgin, maddi zenginliğin yeterince iyi değilse sen de yeterince iyi değilsin’. Televizyonda yarışma programları kazananları pohpohlar ve kaybedenleri utandırır, magazin kültürü şöhretin ayağının kaydığını bir avcı gibi sessizce bekler ve sonra üzerine çullanır, politikada kaybedenler alay konusu olur.

Rekabet kültüründe herkes kaybedendir. Kaybedenler kaybeder, kazananlar görünüşte kazanır. Ruhların bu esir pazarında, yarışmaya dahil olmak zaten kaybetmektir. Kazanan rahatlayamaz bir türlü, nasıl rahatlasın ki? Ya birileri onun mevkiine tırmanır da o makamı elinden alıverirse? Devamlı bir statü endişesi. Ya kaybedersem? ‘Zafer ve sükunet aynı evde oturmaz’ demiş Montaigne.Tepeye tırmananlarda sürekli bir endişe: Ya aşağıya düşersem?...’’(3)

Hayatımız boyunca herkesle ve her şeyle rekabet etmemiz telkin ediliyor. Oysa ki gelişmiş toplumlar bulundukları konuma rekabet sürecinden geçerek gelseler de, belli aşamadan sonra rekabet ateşinin altını kısıyor. Rekabeti safi bir yarışa ve mutlak bir amaca dönüştürmüyor. Buna karşın bizler birisinin başarısızlığı ile mutlu ötekinin başarısı ile mutsuz oluyoruz. Söylem ve eylemimizle, başaranın, başarısız olanı ezme gayretine su taşıyoruz. Rekabetin bu vahşileşmiş hali hepimizi git gide daha çok ürkütüp daha çok mutsuz ediyor. Nevzat Tarhan’ın dediği gibi ‘’ Modern yaşam tüketimi artırmak için rekabeti teşvik etmiştir. Rekabet kıskançlığa, kıskançlık ise mutsuzluğa dönüşmüştür ‘’

Toplumsal hayatın içinde, azalan kıt kaynaklar ve konumlar nedeniyle, birbirini itekleyip dirsekleyerek öne geçmeyi arzulattıran, diğerlerinin yaptıklarını sabote ettiren, birisinin hatasının diğerinin serveti olduğu rekabet, ne kadar olumlu olabilir. İnsanlar arası ilişkileri bozan, iletişim kestirip dostluğu kaybettiren rekabet ne kadar kazanç sağlayabilir.

İskender Pala’nın konuyla ilgili şu ifadeleri cevaba ışık tutar;‘’Rekabet, ürünlerde en iyiyi ama insanlarda en kötüyü ortaya çıkarıyordu. Ve rekabette dostlar birden düşman kesiliveriyorlardı. Bazı insanlar vardır, onlarla dost kalabilmek için daima sizi geçmelerine müsaade etmeniz gerekir, eğer dostlarınızı geçecek olursanız artık kendinize başka düşman istemeyin.’’

Başarılı olmak adına daha başka , daha centilmence ve daha adil var olma yolları yok mudur ? Varsa o metodu seçmek , yoksa rekabeti ehlileştirmek gereklidir. Başarıda rekabet faktörünün olduğu elbette doğrudur fakat. ‘’Neye mal olursa olsun mutlaka kazanmalıyım ‘’ düsturunu ilke edinmiş bir rekabetin huzur ve barış getirmeyeceği aşikârdır. Tatlı ve dostane rekabetin azaldığı günümüzde, insancıl bir rekabet istiyorsak; Ötekini yok ederek değil kendimizi aşarak yol almalıyız. Unutmamalıyız ki , koşmaktan en çok zevk aldığımız an, yarışmayı bıraktığımız zamandır.

1- www.yenisafak.com / Atilla Yayla / 19.12.2013
2- www.mevzubahis.com / Emrah Peker / 08.03.2016
3- http://serbestiyet.com / Kemal Sayar / 03.09.2018

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.
Aydın UZKAN Arşivi