11. Sınıf Felsefe Ders Kitabı Sayfa 130-131 Cevapları Meb Yayınları
5.4. 20. YÜZYIL FELSEFESİNİN DÜŞÜNCE VE ARGÜMANLARINI DEĞERLENDİRME
20. yüzyıl felsefi dönemine yönelik öğrenmiş olduğunuz bilgilerin pekişmesi için aşağıda hazırlanmış olan tartışalım ve yazalım bölümlerini sınıf ortamında uygulayınız.
Tartışalım
Aşağıdaki metni okuduktan sonra Nurettin Topçu’nun ahlak görüşlerini tartışınız.
İSYAN AHLAKI
İrade kendi özgürlüğünü kazanmadan önce hatta onu kazanmak üzere esir olmaktadır, tam olarak kendini istemeden önce esirliği istemektedir. Bize göre esirlik, iradenin özel bir nesneye bağlanması anlamına gelmektedir; o böylece tatmin olacak ve bizzat bu tatminle harap olacaktır. İrade kendi harap edilişini istememek için yokluğu istemek zorundadır, yani o hiçbir özel nesneyi istemeyecektir fakat bütün bir özel nesneler dünyasında dolaştıktan sonra yine kendinde ve bizzat kendisi için kalacak ve kendi kendisini isteyecektir. İşte harekette menfaat gütmezlik denen şey budur. İnsan, hareketi sayesinde elde edilmiş şu veya bu nesneye değil de bizzat kendi hareketine bağlanmalıdır.
Hayat, hareket etmek için gerekli imkânları bulamayınca kendi üzerine döner. Ve kendi kendisinin bir paraziti gibi kendi cevherinden beslenir. Tecrübenin bize öğrettiği şey odur ki arzuyu korumak faydalıdır çünkü arzu hareket etme iradesini beslediği için daha verimli hâle gelir.
Başlangıçta tabiat hazzı bir gaye olarak değil hayat enerjisinin bir telafisi, tamiri olarak istendi. Fakat haz yine hayatın gelişmesine ayak bağı oldu. Hayati hazzın pasifliği içerisinden doğan şuur, onu aşmak zorunda kaldı. Hazdan doğan ahlak bozucu gizli unsur, kendi zorunlu sonucu olarak hareketin ölümüne neden olur.
Nurettin Topçu, İsyan Ahlakı
Tartışma Notları
Nurettin Topçu’nun ahlak görüşleri özellikle irade ve hareket konularında oldukça farklıdır. Topçu’ya göre insanın esir olması, özel bir nesneye bağlanması anlamına gelir ve iradenin özgürlüğünü kazanabilmesi için özel nesnelere bağlanmaktan vazgeçmesi gerekmektedir. İrade, kendini harap etmek yerine yokluğu istemek zorundadır ve insan, bizzat kendisini istemelidir. Bu felsefeye göre insanın hareketi sayesinde elde ettiği nesneler değil, bizzat hareketi kendisi için önemlidir.
Topçu’nun bu görüşleri konusunda tartışma yaratabilecek birkaç nokta bulunabilir. Öncelikle, insanın tamamen özel nesnelere bağlanmaktan vazgeçmesi mümkün müdür? İnsanın ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda özel nesnelere bağlanması hayatın normal bir parçasıdır. Bu nedenle, insanın özel nesnelere bağlanmadan tamamen kendisini istemesi ne kadar gerçekçidir?
İkinci olarak, Topçu’nun hareketin ölümüne neden olan hazdan doğan ahlak bozucu gizli unsur görüşü tartışmalıdır. Bazılarına göre, haz ve keyif almak insanların doğasında vardır ve doğru bir şekilde yönlendirildiğinde ahlaki bir sorun yaratmaz. Ayrıca, bazı durumlarda haz ve keyif almak insanların motivasyonunu artıracak ve daha verimli hale getirecektir.
Sonuç olarak, Topçu’nun ahlak görüşleri tartışmaya açık ve eleştirilebilir noktalar içermektedir. Ancak, farklı düşüncelerin tartışılması ve sorgulanması ahlaki bir düşüncenin oluşmasına ve gelişmesine katkı sağlayabilir.
Tartışalım
Aşağıdaki metinden hareketle Takiyettin Mengüşoğlu’nun “insanı bir bütün olarak gören” düşüncesini tartışınız.
Kültür Antropolojisi: Felsefi antropoloji için daha önemli olan, insanda bütün insanlara has olan varlık ve eylem ögelerinin bulunduğunu göstermektir. Bilgi, yapıp-etme, değer-duygusu, inanma, özgürlük, tarihsellik, mitos, sanat, dil ve benzerleri bu çeşit varlık ve eylem ögeleridir ve bunlar bütün insanlara hastır.
Tartışma Notları
Takiyettin Mengüşoğlu’nun düşüncelerine göre, insanın bir bütün olarak ele alınması gerektiği vurgulanıyor. İnsanın bilgi, değer-duygusu, inanma, özgürlük, tarihsellik, mitos, sanat, dil gibi ögelerinin bütün insanlara özgü olduğu belirtiliyor. Bu düşünceye göre, insanın bütünlüğüne odaklanarak insanı anlamak ve anlatmak mümkündür.
Mengüşoğlu’na göre, insanın bilgi sahibi olması, onun varlık-temelinde yer alan bir alandır ve antropolojinin en önemli varlık koşullarından biridir. Aynı şekilde, insanın yapmış olduğu eylemlerin temelinde değer duygusu bulunmaktadır ve insanın gerçekleştirmesi gereken eylemlerinin bir sıralanması ancak insan bir “değer organı”na, bir “değer duygusu”na sahipse mümkündür.
Bunun yanı sıra, insanın konuşabilmesi ve dil sahibi olması, öğrenmenin ve öğretmenin temelinde yer alan bir diğer ögedir. Ancak, bu özellik tek bir insanın çalışması ile gerçekleştirilemez, yüzyılların ön çalışmaları insanlığın bir başarısıdır.
Son olarak, insanın inanma özelliği de bütünlüğü içerisinde ele alınmalıdır. İnanma, insanın varlık tarzında temelini bulur ve insanın inanmaya sahip olması, sosyal birliğin temelini oluşturur.
Bu düşüncelerin tartışılması ve eleştirilmesi mümkündür. Örneğin, insanın bütünlüğüne odaklanmak, insanın farklı yönlerinin ayrı ayrı incelenmesinin önüne geçebilir mi? Ayrıca, insanın değer duygusunun her zaman eylemlerinin temelinde olması mümkün müdür? Toplumda bunun tersi örnekler de görülebilir. İnsanın inanma özelliği de bütünlüğü içerisinde ele alınmalıdır, ancak tüm insanlar inanç konusunda aynı görüşte değillerdir.
Sonuç olarak, Takiyettin Mengüşoğlu’nun insanı bütün olarak ele alan düşünceleri tartışmaya açık ve eleştirilebilir noktalar içermektedir. Ancak, farklı düşüncelerin tartışılması ve sorgulanması, insanın farklı yönlerini anlamak ve anlatmak için önemlidir.
Yazalım
K. Popper’ın “Ben yanılmış olabilirim ve sen haklı olabilirsin ve ortak çaba sonucunda belki doğruluğa biraz daha yaklaşabiliriz.” sözünden hareketle bilginin doğruluğuyla ilgili felsefi deneme türüne uygun özgün bir metin yazınız. Daha sonra aşağıdaki Tablo 5.3’ü doldurup çalışmanızı sınıfta paylaşarak değerlendiriniz.
Mülkiyetin Adaletsizliği – P.J. PROUDHON
Ne çalışmanın, ne de yasanın mülkiyeti yaratamayacağını ileri sürüyorum…. [Yasa mülkiyeti, ilk işgal edenin hakkına dayandınyor Oysa]: İşgal yalnızca eşitliğe götürmez. Mülkiyeti engeller. Çünkü, her insan, varolması nedeniyle işgal etme hakkına sahip olduğu için ve yaşamak için bir sömürü ve çalışma maddesinden vazgeçemeyeceği için, diğer taraftan, işgalcilerin sayısı sürekli olarak doğumlar ve ölümlerle değiştiği için,her çalışanın hak olarak ileri sürebileceği maddedeki pay miktarı işgalcilerin sayısı gibi değişecektir; bundan dolayı,işgal her zaman nüfusa bağımlı olacaktır; nihayet hak olarak sahip olma hiçbir zaman değişmez kalamayacağı için, mülkiyet haline gelmesi olanaksızdır…. İşgal hakkı herkes için eşittir.
İşgalin ölçüsü, istemin içinde olmayıp, alanın ve sayının değişen koşullannın içinde olduğu için, mülkiyet oluşamaz….Yararlı bir yabandomuzu gibi bu alanda yeniden mülk sahibi geri döner: korkunç bir heyecanla, işgal etmekten daha fazla şeyler yaptım, diye bağırır, çalıştım, ürettim, iyileştirdim, değiştirdim, YARATTIM…. Mülk sahibi çalışsın öyle mi? O halde neden ilk işgalden sözediyorsun?… Çalıştın! Ama, görevinin seni zorunlu kıldığı çalışma ile ortak şeylere sahip çıkma arasında ortak olan ne var? Havanın ve doğanın alanı gibi, toprak alanının zamanaşımı ile ele geçirilemeyeceğini bilmiyor musun? Çalıştın! Başkalarını hiçbir zaman çalıştırmadın mı? O halde, onlar için çalışmadan kazanmayı bildiğin şeyi onlar senin için çalışırken nasıl kaybettiler?
Problemin Felsefedeki Yeri
Cevap: Bu problem felsefenin epistemoloji alanına ait bulunmaktadır. Bilginin doğruluk ve sağlamlık durumuna ilişkin düşünceler temel alınmaktadır.
Probleme Yönelik Fikirler
Sorulan soruya yanıt olarak Karl Popper’in bilimsel yaklaşımını benimsemiş ve kendi özgün fikirlerimi de katarak aşağıdaki metni yazmaya çalışmışım:
Bilginin doğruluğu konusunda mutlak bir kanıtın bulunmadığını ve böyle bir kanıtın da mümkün olmayacağını kabul ederek yola çıkıyorum. Sakin ve kuşkucu bir tutum benimseyerek var olan bütün fikirlerin geçerliliği her an sorgulanabilir olmalıdır. Her teorinin mutlak doğru olma garantisi yoktur; yalnızca açıklanabilirliği ve gözlem ve deney ile tutarlılığı bulunabilir. Bilginin doğruluğuna ulaşmak için sadece nesnel araştırma yöntemlerine güvenmek yetmez. Çok sayıda bilim insanının farklı bakış açılarından ulaştığı sonuçların bilimselliği ile doğruluğu arasında bir garantör ilişki olmadığını unutmamalıyız. Dolayısıyla benimsediğimiz görüşlerin değişebileceğini ve hatta yanlış olabileceğini kabul ederek etkileşim içinde bir araya gelmeye açık fikirler üretmeliyiz. Böylece Karl Popper’in de ifade ettiği gibi yanılmış olabileceğimi, karşımdakinin de haklı olabileceğini kabul ederek doğruluğa daha yakın bir noktaya ulaşabiliriz.
Kaynakça
• Karl Popper, Açık Toplum ve Düşmanları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
• P. J. Proudhon, Mülkiyetin Adaletsizliği, çev. Ahmet İnam, Nota Bene Yayınları, 2015.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.