Peygamberimiz Ramazanı Nasıl Yaşıyordu?

Peygamberimiz Ramazanı Nasıl Yaşıyordu?
Gün­ler ne ça­buk geç­ti. Re­cep, Şa­ban der­ken Ra­ma­zan ayı­na ka­vuş­tuk şü­kür­ler ol­sun.

Rabbimize binlerce hamd-ü sena olsun, yarın Ramazan’a kavuşuyoruz. Artık bundan sonra bir ay boyunca, bütün hüzün ve sevinçlerimiz içinde cennet kokulu bir güzellik var. Seni seviyoruz ey Ramazan! Bu yıl da hoş geldin evimize, sokağımıza, şehrimize, ülkemize ve dünyamıza.

Bu ge­ce sa­hu­ra kal­kı­yo­ruz. Evet, sa­hu­ru, mu­ka­be­le­si, if­ta­rı, te­ra­vi­hi, fit­re­siy­le bi­zi do­lu do­lu bir ay bek­li­yor. Bu ve­si­ley­le bu haf­ta­ki ya­zı­mı­zı Efen­di­miz (sal­lal­la­hu aley­hi ve sel­lem)’in sa­hur ve if­tar­la­rı­na ayı­ra­lım is­te­dik. Aca­ba Efen­di­miz sa­hur ve if­tar­la­rı, kı­sa­ca­sı Ra­ma­za­n’­ı na­sıl ya­şı­yor­du?   

Kay­nak­la­rı­mı­za bak­tı­ğı­mız­da Pey­gam­ber Efen­di­mi­z’­in sa­hu­ra kalk­tı­ğı­nı ve “Bir yu­dum suy­la ol­sun sa­hur ya­pın...” (Um­de­tu­’l-Kâ­rî 8/ 70) bu­yu­ra­rak biz üm­me­ti­ni sa­hur yap­ma­ya teş­vik et­ti­ği­ni gö­rü­yo­ruz. Baş­ka bir ha­dis­le­rin­de ise Pey­gam­be­ri­miz, “Sa­hur ya­pı­nız, zi­ra sa­hur­da bol­luk-be­re­ket var­dır.” (Bu­hâ­rî, Savm 20) bu­yu­ra­rak dik­kat­le­ri­mi­zi sa­hu­run be­re­ket yö­nü­ne çe­ki­yor. İs­ter­se­niz ha­dis­te al­tı çi­zi­len “be­re­ke­t” ifa­de­si­ni bi­raz aça­lım:

1. Be­re­ket, az olan yi­ye­ce­ğe oru­ca yar­dı­mı ola­cak şe­kil­de kuv­vet bah­şet­mek­tir. Efen­di­mi­z’­in: “Bir yu­dum suy­la, bir hur­ma ta­ne­siy­le de ol­sa...” bu­yur­ma­sı bu­na işa­ret eder.

2. Be­re­ket­ten mak­sat, so­rum­lu tu­tul­ma­mak­tır. Ni­te­kim Hz. Ebû Hü­rey­re­’den ri­va­yet olu­nan bir ha­dis­te: “Üç şey var­dır ki bun­lar üze­ri­ne kul he­sa­ba çe­kil­mez. Sa­hur ye­me­ği, if­tar ye­me­ği ve din kar­deş­le­riy­le bir­lik­te ye­ni­len ye­me­k” buy­rul­muş­tur.

3. Be­re­ket­ten mu­râd, oruç, mu­ka­be­le vs. gi­bi gün­düz amel­le­ri­ne kuv­vet ka­zan­mak­tır.  
Yi­ne kay­nak­la­rı­mı­za bak­tı­ğı­mız­da Efen­di­mi­z’­in sa­hu­ru ge­cik­tir­di­ği­ni, im­sak vak­ti­nin so­nu­na doğ­ru yap­tı­ğı­nı ve üm­me­ti­ne de böy­le yap­ma­la­rı­nı tav­si­ye et­ti­ği­ni gö­rü­yo­ruz. (Bu­hâ­rî, Savm 17)  

Sof­ra­mız her­ke­se açık ol­sun!

Pey­gam­ber Efen­di­miz, if­tar vak­ti gel­di­ğin­de ön­ce bir­kaç lok­ma ile oru­cu­nu açı­yor, son­ra ak­şam na­ma­zı­nı as­ha­bıy­la be­ra­ber kı­lı­yor­du. Sa­ha­be­den Hz. Enes bin Mâ­lik an­la­tı­yor: “Re­sû­lul­lah, oru­cu­nu na­maz­dan ön­ce, bir­kaç yaş hur­ma ile yaş hur­ma bu­la­maz ise ku­ru hur­ma ile onu da bu­la­maz­sa bir­kaç yu­dum su içe­rek açar­dı.” (Tir­mi­zî, Savm 10)  

Ne­bi­ler Ser­ve­ri, oru­cu­nu hur­ma ve­ya su ile açı­yor­du. Hur­ma ve su ter­cih­le­ri­ni kış mev­si­min­de hur­ma, yaz ve sı­cak mev­sim­ler­de su şek­lin­de yo­rum ge­ti­ren­ler de ol­muş­tur. Efen­di­miz, if­tar­da özel bir yi­ye­cek ara­maz, ne var­sa onu yer­ler­di. Za­man za­man “se­vi­k” de­ni­len bir çe­şit çor­ba ile if­tar edi­yor­lar­dı.” (Bu­hâ­rî, Savm 33)  

“Ey İn­san­lar! Sof­ra­nız her­ke­se açık ol­sun, çok­ça ik­ram edin. Böy­le­ce se­la­met­le Cen­ne­t’­e gi­rer­si­niz!” (İbn Mâ­ce, Et’­ime) bu­yu­ra­rak ik­ra­mı teş­vik eden Efen­di­miz, Ra­ma­zan­da oruç­lu­la­ra if­tar ve­ril­me­si hu­su­sun­da üm­me­ti­ne çağ­rı­da bu­lu­nu­yor: “Bir oruç­lu­nun if­tar et­me­si­ni sağ­la­yan kim­se­ye, oruç­lu­nun se­va­bı ka­dar se­vap var­dır hem de oruç­lu­nun se­va­bın­dan bir şey ek­sil­me­mek üze­re.” (Tir­mi­zî, Savm 81)  

Kı­sa­ca O, Ra­ma­za­n’­da kul­luk ve du­a yo­ğun­lu­ğu içe­ri­sin­de olur­du. Fa­kir fu­ka­ra­yı gö­ze­tir, ih­ti­yaç sa­hip­le­ri­ne in­fak­ta bu­lu­nur­du. Ra­ma­za­n’­da ser­gi­le­di­ği bu gü­zel­lik­le­ri Ra­ma­za­n’­dan son­ra­sı­na ta­şır ve bu­nu üm­me­ti­ne tav­si­ye eder­di. 

Si­zi Ra­ma­zan say­fa­mı­za bek­li­yo­ruz 

Bu se­ne de siz­ler için be­ğe­ne­ce­ği­ni­zi um­du­ğu­muz bir Ra­ma­zan say­fa­sı ha­zır­la­dık. Say­fa­mı­za her gün dört ha­li­fe­den (Hz. Ebu Be­kir, Hz. Ömer, Hz. Os­man ve Hz. Ali) bi­ri­ni ko­nuk ede­cek, on­la­rın ör­nek ha­yat­la­rın­dan ke­sit­ler su­na­ca­ğız. Bu­nun­la bir­lik­te say­fa­mı­zı renk­len­di­re­cek olan “bir du­a”, “al­tın öğüt­le­r”, “ha­dis bah­çe­si­” ve “bir nük­te­” kö­şe­le­ri­miz emi­niz ki si­ze fark­lı bir Ra­ma­zan ya­şa­ta­cak.   

Evet, bu ge­ce sa­hu­ra kal­kı­yo­ruz. İçi­miz kı­pır kı­pır. Ar­tık bun­dan son­ra bir ay bo­yun­ca, bü­tün hüzün ve se­vinç­le­ri­miz için­de Cen­net ko­ku­lu bir gü­zel­lik var. Se­ni se­vi­yo­ruz ey Ra­ma­zan! Bu yıl da hoş gel­din evi­mi­ze, so­ka­ğı­mı­za, şeh­ri­mi­ze, ül­ke­mi­ze ve dün­ya­mı­za...

SÖZÜN ÖZÜ

1.Peygamber Efendimiz, biz ümmetini sahur yapmaya teşvik ediyor.  

2.İftar sofralarımızı herkese ve her kesime açmalıyız.  

3.Bu seneki Ramazan sayfamız da dopdolu olacak.

BİR SORU BİR CEVAP

Ra­ma­zan ayı bi­ze ne öğ­re­tir?
 
Ra­ma­zan ayı, ye­mek-iç­mek-uyu­mak gi­bi nef­sin ar­zu et­ti­ği şey­le­re kar­şı ta­vır be­lir­le­ye­rek, bun­la­rı ih­ti­yaç öl­çü­sün­de ve şü­kür duy­gu­la­rı içe­ri­sin­de gi­der­mek su­re­tiy­le ha­ya­tı di­sip­li­ne et­me­yi öğ­re­tir. Nef­sa­nî is­tek­le­re kar­şı kalp ve ruh at­mos­fe­ri­ne sı­ğı­na­rak, vic­da­nı ha­re­ke­te ge­çi­rip ira­de­yi güç­len­di­re­rek sü­rek­li is­ti­ka­met üze­re ola­bil­me­yi ders ve­rir.  Ra­ma­zan-ı şe­rif, in­sa­nın en za­yıf da­mar­la­rın­dan bi­ri olan ye­me-iç­me is­te­ği­ni sı­nır­la­ma­yı ve kon­trol al­tın­da tut­ma­yı sağ­lar. Ade­ta bir bes­len­me di­sip­li­ni ta­lim eder.   

Ra­ma­zan bi­zi eği­tir  

Bu mü­ba­rek ay bo­yun­ca tu­tu­lan oruç, ye­mek va­kit­le­ri­ni be­lir­le­me, is­raf­tan ve mi­de­yi tı­ka-ba­sa dol­dur­mak­tan ka­çın­ma, hem be­den hem de ruh sağ­lı­ğı­na za­rar ve­ren şey­ler­den uzak dur­ma ve ay­nı za­man­da mut­la­ka he­lâl da­ire­sin­de ka­la­rak ha­ra­ma as­la el uzat­ma­ma hu­sus­la­rın­da alış­tır­ma­lar yap­tı­rır.  

Hak­la mü­na­se­be­tin önem­li bir şiâ­rı da Ku­r’­an oku­mak, du­a du­a Ce­nâb-ı Al­la­h’­a yal­var­mak ve sü­rek­li O’­na te­vec­cüh­te bu­lun­mak­tır. Ne var ki, Ku­r’­an-ı Ke­ri­m’­in iş­le­me­li san­dık­lar ve ipek­ten kı­lıf­lar ara­sın­da­ki hap­si­ne son ve­rip onu dil ve gö­nül­le­re şe­ker-şer­bet yap­mak da pek çok­la­rı için bir mâ­nâ­da an­cak Ra­ma­za­n’­da müm­kün ol­mak­ta­dır. Bu kut­lu ay, da­mak­la­ra bir Ku­r’­an ta­dı çal­mak­ta ve in­san­la­ra bir ev­rad ü ez­kar di­sip­li­ni de aşı­la­mak­ta­dır.

ÖRNEK HAYATLAR

Bugünün Ramazan’ın ilk günü olduğunu niye söylemedin?


Kıs­sa bu ya, yaş­lı bir ço­ban sü­rü­sü­nü ot­lat­mak için yay­la­ya çık­tı­ğın­da te­pe­ye ya­kın bir el­ma ağa­cı­nın al­tın­da din­le­nir ve eğer mev­si­miy­se, onun­la ko­nu­şa­rak: “Ha­di ba­ka­lım ev­la­dım, der­di. Bu ih­ti­ya­rın el­ma­sı­nı ver ar­tık.” Ve bir el­ma dü­şer­di, en gü­ze­lin­den, en ol­gu­nun­dan. Yaş­lı adam ce­bin­de­ki ça­kı­sı­nı çı­kar­ta­rak onu di­lim­le­re ayı­rır ve kü­çük bir tas yo­ğurt­la bir­lik­te ek­me­ği­ne ka­tık et­tik­ten son­ra ba­ba­sın­dan ka­lan Ku­r’­an’ı­nı oku­ma­ya ko­yu­lur­du.   

Ço­ban, bu ağa­cı yir­mi yıl ka­dar ön­ce dik­ti­ğin­de sık sık su­lar, bu­nun için de bü­yük­çe bir gü­ğü­me dol­dur­du­ğu ab­dest su­yun­dan ge­ri­ye ka­la­nı kul­la­nır­dı. El­ma ağa­cı­nın kök­le­ri, bel­ki de bu su­lar­la kuv­vet bul­muş ve kı­sa sü­re­de ser­pi­lip mey­ve ver­me­ye baş­la­mış­tı.   

Ço­ban o za­man­lar he­nüz genç sa­yıl­dı­ğın­dan şöy­le bir uzan­dı mı en gü­zel el­ma­yı he­men ko­pa­rır­dı. Fa­kat ara­dan ge­çen bun­ca yıl için­de be­li bü­kü­lüp bo­yu kı­sal­mış, ağa­cın­kiy­se bir çı­nar gi­bi bü­yü­yüp gök­le­re yük­sel­miş­ti. Ama bo­yu ne olur­sa ol­sun, ağaç yi­ne de yav­ru­su de­ğil miy­di? Onu bir ev­lat sev­gi­siy­le ok­şar­ken:   

“Ver yav­rum, der­di, gön­der ba­ka­lım bu gün­kü kıs­me­ti­mi.” Ve bir el­ma dü­şer­di hiç naz­lan­ma­dan, yıl­lar bo­yu hiç­bir gün ak­sa­ma­dan. Köy­lü­ler, uzak­tan uza­ğa göz­le­dik­le­ri bu ha­di­se­yi bir­bir­le­ri­ne an­la­tıp yaş­lı ço­ba­nın ve­li bir zât ol­du­ğu­nu söy­ler­ler­di.   

Ağaç mey­ve ver­mi­yor­du!  

Yaş­lı adam, ağa­cın al­tın­da din­le­nip na­ma­zı­nı kıl­dı­ğı bir gün, yi­ne el­ma­sı­nı is­te­di. An­cak dal­lar do­lu ol­ma­sı­na rağ­men ne­den­se bir şey düş­me­miş­ti. Son­ra bir da­ha, bir da­ha tek­rar­la­dı is­te­ği­ni. Bek­le­di­ği şey bir tür­lü gel­mi­yor­du. Göz­yaş­la­rı, be­yaz sa­ka­lı­nı ıs­la­tır­ken, ağa­cın al­tın­dan uzak­la­şıp ko­yun­la­rın ara­sı­na at­tı ken­di­ni.   

Yav­ru­su, mey­ve ver­di­ği gün­den bu ya­na ilk de­fa red­de­di­yor­du onu. İh­ti­yar hay­van­la­rı­nı usul­ca top­la­yıp kö­ye doğ­ru yö­nel­di­ğin­de, aşa­ğı­da­ki ca­mi­nin mi­na­re­le­rin­den yan­kı­la­nan ezan se­siy­le ir­kil­di bir­den. Ye­ni­den doğ­muş­tu san­ki ço­ban. Bir şey ha­tır­la­mış­tı. Ço­cuk­lar gi­bi se­vi­ne­rek ağa­cın ya­nı­na koş­tu ve ona şef­kat­le sa­rı­lır­ken: “Ca­nı­m” de­di, hıç­kı­rıp ağ­la­ya­rak.   

“Be­nim gü­zel ev­la­dım, mis ko­ku­lum. Şu unut­kan ih­ti­ya­rı üz­me­den ön­ce ne­den söy­le­me­din, bu gü­nün Ra­ma­za­n’­ın ilk gü­nü ol­du­ğu­nu?”   

Vefa umulan yerden ihanet ve cefa görmek ne acı!

Bir im­ti­han­lar zin­ci­ri­dir ha­yat baş­tan ba­şa. Tâ ço­cuk­luk­tan baş­lar in­sa­noğ­lu için im­ti­han­lar. Ve ruh be­den­den ay­rı­la­ca­ğı âna ka­dar da de­vam eder du­rur. Çe­şit çe­şit­tir im­ti­han­lar ve bü­tün bir ha­yat bo­yu, de­ği­şik boy ve de­rin­lik­te de­vam eder du­rur­lar: Oku­la alın­ma im­ti­ha­nı, sı­nıf geç­me im­ti­ha­nı, okul bi­tir­me im­ti­ha­nı; ev­lâ­dın ba­ba­dan, ba­ba­nın ev­lât­tan bul­ma im­ti­ha­nı ve da­ha bir sü­rü im­ti­han.  

Bir de düş­ma­nın aman­sız­lı­ğı ve in­saf­sız­lı­ğı ya­nın­da, ve­fa­sız dost­la­rın eliy­le çe­ki­len im­ti­han­lar var­dır ki; doğ­ru­su da­ya­nıl­ma­sı en güç olan im­ti­han da iş­te bu­dur. Zi­ra düş­ma­nın ha­sım­ca va­zi­ye­ti, in­san­lık ve mü­rüv­vet­le te­lif edil­me­se bi­le, düş­man­lık man­tı­ğı­na uy­gun­dur. Hat­ta dü­şün­ce ya­pı­sı, dün­ya­ya ba­kış key­fi­ye­ti ve de­ğer hü­küm­le­rin­de­ki fark­lı­lık­lar ço­ğal­dık­ça da bu hu­su­me­tin art­ma­sı-ay­nı man­tık­la-ta­bi­i gö­rü­le­bi­lir.  

Sa­bır­la koş­tur­ma­ya de­vam  

Ne var ki, ay­nı ka­der çiz­gi­sin­de kav­ga ve­ren­le­rin, ay­nı duy­gu ve dü­şün­ce­le­ri pay­la­şan­la­rın kıs­kanç­lık ve re­ka­bet his­siy­le, gam­maz­la­ma­la­ra düş­me­le­ri, ka­ti­yen akıl ve man­tık­la te­lif edi­le­mez. He­le in­san­lık ve mü­rüv­vet­le as­la!..  

Evet, böy­le ve­fa umu­lan bir yer­den iha­net ve ce­fa gör­mek, hem acı hem de ol­duk­ça dü­şün­dü­rü­cü­dür. Ama ney­ler­sin ki; al­dat­ma­nın akıl­lı­lık, sap­lan­tı­la­rın sa­da­kat, bağ­naz­lı­ğın mu­ha­fa­za­kâr­lık sa­yıl­dı­ğı bir dün­ya­da, böy­le­si im­ti­han­lar ek­sik ol­ma­ya­ca­ğın­dan, bi­lip da­yan­ma­dan baş­ka da ça­re yok­tur. Evet, fert ola­rak, ai­le ola­rak ve top­lum ola­rak bi­ze dü­şen,  

“Gel­se ce­lâ­lin­den ce­fa/Ya­hud ce­mâ­lin­den ve­fa/İki­si de câ­na sa­fâ/Lüt­fun da hoş kah­rın da ho­ş” ümit­siz­li­ğe ve yıl­gın­lı­ğa düş­me­den inan­mış ol­du­ğu­muz yol­da yü­rü­me­ye de­vam et­mek­tir. 

BiR AYET

“O Ra­ma­zan ayı ki in­san­lı­ğa bir reh­ber olan, on­la­rı doğ­ru yo­la gö­tü­ren ve hak­kı ba­tıl­dan ayı­ran en açık ve par­lak de­lil­le­ri ih­ti­va eden Ku­r’­an o ay­da in­di­ril­di. Ar­tık siz­den kim Ra­ma­zan ayı­nın hi­lâ­li­ni gö­rür­se, o gün oru­ca baş­la­sın. Has­ta ve­ya yol­cu olan, tu­ta­ma­dı­ğı gün­ler sa­yı­sın­ca, baş­ka gün­ler­de oruç tu­tar...” (Ba­ka­ra, 2/184-185)

BiR HADiS

Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar: “Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi. Bu öyle bir aydır ki içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır... Bu ay insanların birbiriyle yardımlaşma ayıdır, bu ay mü’minlerin rızkını arttıracak aydır...”

0
0
0
0
0
0
0
👍
👎
😍
😥
😱
😂
😡
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.