Kastamonu'da kar altındaki çocuğun hikayesi
Kastamonu'da kar var. Lapa lapa yağan bir kar.
Parkları, bahçeleri, kaldırımları, çay kenarındaki korkulukları,her yeri kaplamış.
Karın kapladığı ahşap evlerin duvarları gibi çatıları da beyazlaşmış.
O beyaz örtünün altında sadece taş renkli camiler ve minareleri seçiliyor.Bir de koyu sarı,açık mavi boyalı evler ve pencerelerin koyu kahve renkli tahta pervazları.
Yeni yıldaki kartpostallar gibi manzara.
Ağaçların dalları kırılmak üzere. Bazen bir serçenin kanat çırpması, bazen de bir esinti ile silkeleniyor kar tabakaları yayaların başına.
Yine böyle kartpostal manzarasının hakim olduğu günlerden biriydi.
O soğukta derenin suyu bile havadan daha sıcaktı.Buharlar yükseliyordu üzerinden. Nasrullahın şadırvanları ışıl ışıl buzla kaplıydı. Buradaki suyun üzerinden de buhar çıkıyordu.
Bir çocuk buğulu ve kar serpintileri ile kaplı pencereden kartpostaldaki manzarayı seyrediyordu.
Gözünün önünde beton bir zemin. Top oynadıklları alan. Etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş. Bir tarafında yüksek taş duvar, bir tarafında L şeklindeki okulun binası. Burası Abdurrahman Paşa Lisesi'nin bahçesi.Şimdi diz boyu karla kaplı.
Belli ki vaktinde buradaki yamaç kazılıp tesviye edilerek, düz bir arazi elde edilmiş.Duvar hem arkasındaki yamaç için istinad, hem okul için bir sınır olmuş.Yamacın hemen üst kısmında nöbet tutan asker görünüyor.Omuzlarını ve başını örten haki yeşil elbiseleri beyazlamış.
Duvara tırmanıp öbür tarafa atlayan gözleri ile karşıdaki tepenin yamaçlarında geziniyor.O yemyeşil bademlik te şimdi beyaz örtünün altında gizlenmiş.
Biri birinin sırtına binmiş gibi duran yamaçlardaki ufak tefek evler,onlarda bu gün beyaz mantonun altında iyice büzülmüş.
Hemen hepsinin bacası tütüyor.Kocaman dumanlar dalgalanarak, çalkalanarak kuleye doğru yayılıyor.
En tepedeki tarihi saat kulesinin başına bir beyaz bürümcük dolanmış.
O soğuk manzarayı ısıtan sadece çatılardaki minik bacalardan yayılan dumanlar.
Bacaların altında yanan bir soba ve etrafına toplanmış çocuklar..Yanında anneleri ve kardeşleri.Sımsıcak bir oda.Sıcak çay,sıcak çorba var.
Belki elini uzatsa kapı açılacak. O da yanaşacak sıcak sobaya.Belki sıcak bir çay,sıcak bir çorba da ikram edecekler bu ana kuzusuna.
Ama hiçte öyle değil.Elini uzattığı anda çatır çatır dökülecek o manzara.Soba sönecek.O çocuklar da üşüyecek.
Dışarısı iyice karanlıdı artık. Perdeler çekildi.Sadece uzaktan sarı renkli lambaların titrek, sıcak ışıkları sızıyor perdelerden.
Saat kulesinin çanı akşam dokuzunu vuruyor. Tann,tann,tann...Vurdukça çocuk üşüyor.Titriyor ve büzülüyor.
Saat dokuz olmuştu.Yatma zamanıydı.Nefesleriyle ısınan mütalaa sınıfından ve sıralardan ayrılıp buz haneye yatmaya gidecekler.
Ne soba var,ne kalorifer buzhanede.Leyli meccani okuyanlar için özel sobalı yatakhaneler nerede görülmüş?
Üst katın koridorunda varilden bozma bir soba daha yeni tutuşmuş.Ama kimsenin iyice ısınıp yatağına girmesine fırsat vermiyor baş mümessiller.Acımasızca ve büyük bir zevk ile su dolu bidonları gürül gürül yanmaya başlayan sobaya boca ediyor.Herkesi kovuyorlar.Zorla sokuyorlar yatağa.Ayakta kimse kalmasın.Artık yasak gezmek,konuşmak.
Hiç duydunuz mu? Baş mümessil kimdir?
Kendini kral zanneden,kraldan çok kralcı olan son sınıfta okuyan nöbetçi bir öğrencidir o.Eli sopalı gezer.Konuşanları döver.
Tam da ayakkabılarını çıkarmışken olacak iş miydi şimdi bu sobanın sönmesi.
Merkez Orta Okulundan Abdurrahman Paşaya bata çıka gelene kadar kar içinde ayakları cıb cıbır su olmuştu.Burası "leyli meccani" olarak okuduğu okul idi.
Lise koridorunun köşesindeki bir peteğe sarılmıştı.Biraz ısınınca iri yarı,kap kara Pehlivan denilen muhannet bir adam gelip uzaklaştırmıştı ordan.Daha yeni pas pas çektiği cam gibi koridora ayak basılır mıydı hiç?
O da çatık kaşlı uzun boylu,sert mi sert görünüşlü okul müdüründen korkuyor,her yeri cam gibi temiz tutmak istiyordu.
En iyisi tuvaletteki peteklere sarılmaktı.Ayak uçlarına basarak sessizce,koridorun sonundaki tuvalete vardı. Buradan kimse onu kovmazdı.Bir kaç kişi daha vardı üst sınıflardan.Onların ne işi vardı ders saatinde burada?
Sigara dumanları gözünü yaksa,genzine kaçsa da ısınacak bir petek bulmuştu artık. Ayak uçlarını tek tek peteklerin arasında gezdiriyor,ısıtıp kurutuyordu.
Tam da ısınmaya başlamıştı ki o adam gelmişti.
Pehlivanın bile korktuğu o adam tuvaleti basmıştı.
Birden kendini boy sırasının sonunda buluverdi.
"Ben sigara içmem" diyemedi.Kulaklarında bir çınlama,gözünde bir ışık, yanaklarında inceden inceye bir yanma.
Çatık kaşlı,o uzun adamın hiç çocuğu yok muydu?Üşümez miydi onun çocukları?
Üstelik bir de azar işitmişti "....işin mi var burda.Başka yer mi yok?"
Şimdi soba da sönmüştü.Çaresiz girdi buzhaneye.Çorabıyla,üzerindeki asker parkesi gibi gocuğuyla uzandı buzdan çarşafın üzerine.Kapşonunu sıkıca bağladı.Üzerine çekti kardan soğuk battaniyeleri.Şimdi beyazlar altında kap karanlık bir sera yapmıştı kendine.
Koynundan sigara paketi büyüklüğündeki radyosunu çıkardı.Sesini iyice kıstı.Babası,kardeşleri ve annesi de girdi seranın içine.Annesi çay demlemiş,mısır patlatmıştı.Babası haşlanmış patates ile turşu getirmesini de istedi.Yediler içtiler birlikte.
Annesi bir yatak serdi sobanın yanına, üşüyen çocuğunu yatırdı.Yorganı sobaya tuttu,iyice ısıtıp,kızdırdıktan sonra yavrusunun üzerini bürüledi,çoraplarını çıkardı.Ayaklarını sıcak yorganın altına iyice sakladı.
Şimdi uyuyordu kartpostaldaki çocuk.Babası hala daha türkü dinliyordu.
Kastamonu da lapa lapa kar yağıyordu o gece.
Uyumuştu kartpostaldaki çocuk.
İyi geceler çocuk.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.