Gesi Bağları türküsünün hikayesi
Gelin gittiği köyde, annesinden uzakta yaşamaya alışamaz. Eşinden ve ailesinden eziyetler görmeye başlar. Huzuru kaçar. Çocuğu olur. Çocuğuyla oyalanmak ister ama başaramaz. Annesinin hasreti içine dağlar.
Aylardır annesinden haber alamayarak, hüzünlü bir şekilde köyden dışarı çıkamayarak beklemek zorunda kalır. Bir gün, kendi köyünden haber gelir. Annesinin vefat ettiğini öğrenir. Çok üzülür, manevi olarak yıpranır.
Gesi köyünün, kaldığı köye kadar uzanan geniş ve güzel bağları arasında, Gesi Bağları türküsünü söyleyerek dertlenir ve ağıt yakar. Kavuşamamanın hüznünü yüreğinde hisseder.
Gesi Bağları Türküsü’nün sözleri şu şekildedir:
Bu hüzünlü türküyü muhtemelen hepimiz bir şekilde dinledik. Bazı yerlerde her ne kadar oyun havası tarzında çalınsa da özünde bir kadının feryadıdır, kendisini bırakıp giden sevdiğine ve gurbete gelin gönderen ailesine... Kadın olmak her dönemde zordur, özellikle de onlarca yıl önce kadının birey olarak değer görmediği yıllarda Anadolu’nun bir köyünde ailesinden sevdiklerinden ayrı bir kadın olmak… Hikâyemize konu olan kadın da bu tarzda zorluklar karşısında feryadını bir türküyle dile getirmiş ve yıllar boyu aynı acıları çeken insanların hislerine tercüman olmuş. Ayrılık acısını dile getiren en güzel türkülerden birisidir “Gesi Bağları”…
Gelelim hikâyemize…
Bundan yıllar önce, insanların yolculukları binek hayvanları ile uzun sürelerde yaptığı, elektriğin, telefonun, motorlu ulaşım araçlarının olmadığı devirlerde, insanlar için hayat günümüzdeki kadar kolay değildi. Teknolojinin getirdiği günümüz imkânlarının bir anda olmadığını düşünün… Günümüzde temel ihtiyaç olan çamaşır makinesi, buzdolabı, elektrikli süpürge, cep telefonunu bırakın telefon bile yok… Saatler hatta dakikalarla ifade edilen sürelerde gidilebilen yerlere gün ya da günler süren yolculukla türlü tehlikeleri göze alarak gidilebildiğini düşününün. Ne kadar zor değil mi? Özellikle genç nesiller için temel ihtiyaç olan ve kolaylıkla aileleri tarafından alınan cep telefonlarının olmadığını bile düşünmek en büyük işkencedir. İşte öykümüz hayatın teknoloji nimetlerinden yoksun olduğu ancak insan ilişkilerinin, toplumsal dayanışmanın yeterince önemli olduğu, bu dönemlerde geçiyor…
Geçmiş dönemlerde bir ailede kız çocuğu doğduğu zaman ona ölü gözüyle bakarlarmış. Zira o dönemlerde bu çocuk büyüdüğünde başka bir eve gelin gidecek ve belki ailesi ile bir daha hiç görüşemeyecek… Kendi evinde misafir, gelin gittiği evde ise yabancı olarak, dışarıdan gelen “gelin” olarak muamele görecek… Bir mecliste sessizlik oldu mu “kız doğmuş gibi neden sessizsiniz” denmesi ya da her tarafın ışıklandırıldığı bir ortamda “oğlan doğmuş gibi neden her taraf yanıyor” denmesi kız çocuğunun daha doğarken kaderinin ne olacağını gösterir gibidir.
Vaktiyle köyün birinde kaderi daha doğarken yazılan bir kız çocuğu dünyaya gelir. Kendisi için hiç de kolay olmayan bir dünyaya gözlerini açar. Genç kız olup evlenecek çağa geldiği zaman ise Gesili bir delikanlıya gönlünü kaptırır. Delikanlı da onu beğenir. İki gönül bir olunca büyükler yola düşer. Delikanlın ailesi Gesi ’den kalkıp kızın köyüne gider ve kızı isterler. Adetler töreler derken düğün günü gelir çatar. Bir yanda sılası bir yanda sevdiği… Yüreğe söz dinletmek zordur. O da dinletemez ve gönlünün açtığı yola seve seve koyulur ve düşer kocasının peşinden Gesi yollarına…
İlk günler, cicim ayları, elbette her evlilikte güzeldir. İlk zamanlar sevdiği yanında mutlu bir hayat sürmeye başlar. Yaşamak için yemek, yemek içinde para gerekli. Hayatın idamesi için çalışmak gerekli. Eğer ekip biçecek toprak da yoksa insan gurbete mahkûmdur. Sevdiği de evin erkeği, çalışmak zorunda… para kazanmak zorunda… Mecburen evinden ayrılıp çalışmaya gurbete gider. Elleri kınalı taze gelin, her ne kadar durumdan mutsuz olsa da, kaderine boyun eğer.
Ayrılığın ilk günlerinde yaşama hevesini canlı tutan yar mektupları gelin kıza taze kan olur.. Ancak gel zaman git zaman sevdiğinden gelen iki satır mektuplarında ardı kesilmeye başlar.
Sevdiğinin yadigârı çocuk da dünyaya gelince hayat evli, çocuklu ve yalnız bir kadın için tüm zorluklarını göstermeye başlar…
Bir rivayete göre kocası gurbette vefat eder, bir başka rivayete göre de başka bir kadınla evlenip hayatına orada devam eder. (Türkünün özgün metninde buna dair bir ibare bulunmamaktadır.)
Kocasından haber alınamayınca, kocasının ailesi ile yaşamaya da mecbur kalır. Çünkü köyüne gidemez artık, kız çocuğu evine geri ancak kefeniyle dönebilir… Bir de çocuk var.. ya çocuktan ayrılık ya da her türlü cefaya katlanmak… Hani dedik ya kadın kendi evinde misafir, gelin gittiği evde de sonradan gelen yabancı olarak hayatını sürdürmeye devam eder diye. Ancak bu yabancı olma halini kocasının ailesi de fazlasıyla hissettirir. Bir yandan kayınvalidesi, diğer yandan kayınbabası ona hayatı zindan ederler. Ancak o tüm olan bitenleri alın yazısı olarak nitelendirir...
Daha sonra ona ne oldu bilinmiyor ancak feryadını tüm insanlığa miras bıraktığı türkü ile dillendirmeyi başarmıştır. Anadolu insanı bu türküyü ondan almış, onu ve türküsünü bağrına basmış, ölümsüzleştirmiş. Ondan sonra bu acıları yaşayan herkes için adeta bir marş olmuş ve üzerine kendi acılarını ekleye ekleye türkü bu günlere gelmiştir.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.