“Kapitalist sistemde kalkınma modeli şöyledir: Önce firavunlar yaratacaksınız. Yani sermayedarlar. Onları değişik kanallarla zengin yapacaksınız. Teşvik edeceksiniz, vergi almayacaksınız, başkalarını sömürteceksiniz, faizi artıracaksınız, kredi talep edene kredi vereceksiniz…
“Faizsiz bir ekonomi getirdiğiniz zaman sadece o noktada hayat pahalılığı ucuzluyor. Zekât müessesesi devreye girince ne oluyor bu defa, sosyal adalet geliyor, herkes bir şeyler biriktirebiliyor. Bugün Türkiye’de söz gelimi 200 bin kişi servet biriktirir. Onlar yatırıma da gitmezler. Çünkü bir israf ekonomisi içindeyiz. Onun için 50 milyonu yoksullaştırma pahasına zenginleştirilenler, bunlar da yatırıma gitmeyince kalkınma duruyor. Zekât buna imkan vermemektedir işte. Zekât bu sisteme açılacak bütün noktaları tıkayan birçok mekanizmalardan sadece biridir. Zekâtın bize asıl ilham etmesi gereken şey iktisadi kalkınmadır. Zekât sağlıklı bir ekonomik modeli ortaya koyduğu için büyük bir potansiyel olarak ortaya çıkmaktadır.”
Günümüzden baktığımızda, yirmi yıl öncesine nazaran bu rakamın oldukça arttığını göz önünde bulundurursak, bugün yastık altında bekleyen, pasif duran altınların zekâtı verildiğinde yoksullukla mücadelede kullanılabilecek en az 2 trilyon TL’lik bir potansiyel ortaya çıkıyor. Tabii bu sadece altın potansiyeli. Tarım arazileri, nakit para, gayrimenkuller gibi çeşit çeşit servetin zekât potansiyeli hesaplandığında Bediüzzaman’ın “Zenginler velev zekâtlarının zekâtını milletin menfaatine sarf etseler, milletimiz de başka milletlere yolda karışabilir” sözü daha da anlamlı görünüyor.