Her yıl okullar açılırken okulu, öğrencileri ve eğitim sistemimizi masaya yatırır, onlardan beklentilerimiz ve beğenmediğimiz yanları sayar dökeriz.
Bu konuda hemen herkesin söyleyeceği birkaç kaç sözü vardır.
Okul bir öğrenme yeridir. Hayat ve hayata ait her şey oradan öğrenilir. Aslında hayatın kendisi de bir okuldur. Ancak, hayatı da biz okul sayesinde öğreniriz.
Toplumumuzun okuldan ve öğretmenden beklediği ilk görev, öğrencilerde ‘iyi insan’ ‘hayırlı evlat’ olması yönünde onların duygularını geliştirmesi yani onlara ruh yüceliği kazandırmasıdır.
İşin özü de budur zaten.Gençlere hoyratlık aşılayan, canavarlaştıran, insanî duygularadan uzaklaştıran yerlerin adı ne olursa olsun aslında bina görünümlü harabelerdir.
Toplumumuzun nazarında gerçek öğretmen, gençlerin aklına ve ruhuna saf ve temiz, duygu ve fikirlerin tohumlarını eken ve onlara koruyucluk yapandır.
Binlerce koldan oluşan bir nehir gibi akan hayat, sadece okullarda kendine has şeklini, özelliğini kazanabilir.
Müdavimi olan çocuklar ve gençler de gerçek şeklini buralarda alır ve hayatın, benliğin sırlarını buralarda çözebilir.
Sanki okul çok geniş bir yataktan akan ırmağın dar bir geçitte katlanıp birden bire debisinin yükselmesiyle ihtişam kazaması ya da bir barajda toplanıp büyük bir potansiyel güç haline gelmesi gibi, farklı kollardan akan hayat da, okul sayesinde birliğe,vahdete ve muazzam bir potansiyele evrilir.
Okulların, genellikle meslek edinme, ekmeğini temin etme gibi hayatın sadece bir parçasında insana hizmet ettiği düşünülse de; aslında okul, insan ve evren arasındaki dağınık gibi görünen ilişkileri anlatma, onları bir arada gösterme yeri, diğer bir ifade ile büyük bir laboratuvar, susarken dahi konuşan bir yuvadır.
Bu bağlamda anne babaların farkında olsun olmasın okuldan beklediği en önemli vazife; öğrencilerin bi taraftan dış dünyadaki hâdiselerle içteki irfanın uç uca getirilmesinden ibarettir.
Zira ancak bu şekilde Atatürk’ün “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” sözü karşılığını bulabilir.
Böyle bir okul da ilim ve hakikatı gösteren, içimize canlılık kazandıran mürşittir.
Şu da muhakkak ki, mürşitler içinde en büyük ve en doğrusu da hayattır. Zira onun dersleri hiçbir zaman değişmez ve o durmadan derslerini tekrar eder.
Herkes doğrudan doğruya ondan ders almasını bilemez. Onun için aracılara ihtiyaç vardır ve bu seçkin aracılar ise, hayatla insan arasında kürsü kuran ve olayların ifade ettiği muğlak şeyleri tercüme eden öğretmenlerdir.
Hayatın içindeki her türlü medya ve mecra ile insanlar bir şeyler öğrenebilir. Ama, kat'iyyen gerçek hayatı ve onun insan içinde akıp gitmesini öğrenemezler.
Her ne kadar öğrencilerin internet ve diğer medyanın esiri olduğundan yakınsak da; bunlar içinde en güçlü mecra öğrencileri ‘anlayan’ ve gönlüne inebilen, ders ve davranışlarıyla onun akılnda ve ruhunda silinmez renkli çizgiler bırakan öğretmenlerdir.Böyle bir öğretmenin yerini hiç bir kitap, hiç bir medya dolduramaz.
Onun içindir ki günümüzde her şeyi kolaylaştırma usulü sayılan internet ile öğrencilere bir şeyler verilebilse bile, hiçbir zaman iyi örnekler verilemeyecektir.
İyi bir ders, okulda ve öğretmen önünde öğrenilen derstir. Böyle bir ders öğrenciye sadece bir şey vermekle kalmaz; öğrencinin nazarında öğretmenin duruşu, insana yaklaşımı, hayata bakış acısı gibi pek çok şeyi de öğretir.
Böyle bir okulda ne öğrenmeden ne de öğretmeden doymak düşünülemez.
Rousseau kendine öğretmen olarak vicdanı seçmiştir.Kant ise vicdanın yanına aklı da koymuştur.
“Cumhuriyet fazilet” ise bu fazileti kavratma görevi de öğretmenlerindir. Görev üç kelime ile belirtilmiştir; “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesil yetiştirmek”.
Öğretmenler öğrencilerinin bir taraftan pozitif bilimlerle fikrine hitap ederken, temiz ve duru bir vicdan kültürü ile vicdanına hitap edecek böylece güçlü, hür bir irfan ortaya çıkacaktır.
Bu vesile ile tüm öğrencilerin, velilerin ve öğretmenlerin yeni eğitim öğretim yılını kutlar başarılar dilerim.