İlk rivayet; Osmanlı Devleti zamanına kadar dayanıyor. Bu dönemde, eve misafir geldiğinde ikram edilen Türk kahvesinin yanına bir bardak su konuyordu.
Misafir, kahveden önce suyu içtiğinde karnının aç olduğu anlaşılıyor ve hemen sofra kuruluyordu. Bu, misafirin "açım" demek için kullandığı gizli bir şifreydi.
Diğer teoriye göre; padişahlara giden yemekler, saray görevlileri tarafından kontrol ediliyor ve zehirli olup olmadığı anlaşılıyordu. Ancak Türk kahvesi tek kişilik cezvede ve tek seferlik bir fincanda götürüldüğü için görevliler tarafından tadılamıyordu.
Bunun için de yanında götürülen su, zehir testi için kullanılıyordu. Padişah, önce kahveye bir parmağını daldırıyor; daha sonra parmağını suya batırıyordu. Kahvenin, suda dağılış biçimi, zehirli olup olmadığını gösteriyordu.
Başka ve son bir görüşe göre; kahveden önce içilen su, ağız içini temizleyerek; kahve tadının daha iyi alınmasını sağlıyor. Arada içildiğinde ise kahvenin acı tadı ağızdan gidiyor.
İşin rivayet kısımlarının yanı sıra bir de bilimsel boyutu var. Kahvenin içinde oksalat denilen bir madde bulunuyor ve bu madde böbrek taşı oluşumuna neden olabiliyor. Kahvenin yanında içilen su, oksalatın vücuttan kolayca atılmasını sağlıyor.