Hüzün, insanlar için en tabii duygulardan bir tanesidir. Hatta kimi zaman mahzun olmak insan olmanın bir gereğidir. Fakat bu mahzunluk hali kişide sürekli ise, onun enerjisini büsbütün alıyorsa, bir nedeni olmaksızın sürekli huzursuzluk veriyorsa ve yaşam sevincini öldürmeye başlamışsa, hüzün yerini tükenmişliğe bırakmış demektir.
Tükenmişlik geçmişteki güzel hallerine tekrar dönemeyeceklerini zannedenlerin yenilgilerini anlatan ve her insanın karşılaşması muhtemel bu haldir. Otomatiğe bağlanmış gibi son hız çalışan , evle iş arasında sıkışmış, ve hayatın anlamını kısırlaştırmış yaşam yorgunu kişilerde bu hal daha çok görülür. Yatıştırılması gereken bir duygudur. İnsanı hayata bağlayan en önemli öğelerden birinin onu terk etmesiyle başlar. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın hiçbir şeyi değiştiremeyeceği düşündürüp, etkisiz ve başarısız olduğunu hissettirir. Kişiye hayal dahi kurdurmaz ve onu sürekli umutsuzluk girdabına çeker.
Tükenmişlik girdabına yakalanmış kişinin mutlaka ruhunu beslemesi gereklidir. Ömer Hayyam bir rubaisinde şöyle der: ‘’Eğer her şeyini kaybetmişsen ve cebinde bir ekmek alacak kadar paran kalmışsa, git kendine bir demet menekşe al ve ruhunu besle.’’ Her tükenişin güzel bir tarafı da olabilir. Öyle ki, yüzmeyi bilmeyen biri yüz metre suya düştüğünde bittim demeyip yüzmeyi öğrenir. Hatta ‘’Her şey bitti’’ denilen anlar, yeni başlangıçların zamanıdır. Bitti denilen anda başlar hayat, yeniden yaşanmaya. Çünkü Kul "bittim!" dediği anda: Rabbi "yettim" der.
Bir gün üst düzey bir yönetici ofisine ilginç bir tablo asmıştı. Tabloda karaya oturmuş büyük bir sandal resmedilmişti. Alçalan okyanus suları 10-15 metre uzakta kalmış gibiydi. Büyük sandal çekilemeyecek kadar ağır, yerinden kaldırılamayacak kadar büyük görünüyordu. Resimde Bakana ilham verecek bir görüntüye benzemiyordu. Hatta insanın keyfini kaçıracak bir resim olduğu bile söylenebilirdi. O büyük sandal sular için yapılmıştı, okyanus dalgalarının üzerinde süsülmesi gereken güzel bir tekne, kuma gömülü duruyordu. Ancak resmin en altındaki bir yazıda şunlar okunuyordu; ‘’Çekilen sular her zaman yeniden yükselir.’’ Bu yazı resimle ilgili yeni bir bakış açısı doğuruyordu. Sular yeniden yükseldiğinde, karaya oturmuş olan büyük sandal yeniden ait olduğu yere dönecekti. Resmin sahibi olan üst düzey yönetici büyük bir hayal kırıklığına uğradığı bir dönem yaşamıştı. Bir daha asla yaşamdan zevk alamayacağını düşünürken, bu tabloyu küçük bir antika dükkanında görmüş ve sadece birkaç dolara satın almıştı. O resme her baktığında artık şöyle diyordu . ‘’ Sular her zaman yeniden yükselir.’’(1)
Her insan yaşamın içinde iniş ve çıkışlar yaşar. Önemli olan, bu inişlerde sabrı kuşanıp içindeki enerjiyi koruyabilmek ve umudu elden bırakmamaktır. Sezai Karakoç bu durumu , sürgün ülkeden başkentler başkentine adlı şirinde ne güzel ifade eder; ‘’ Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır. Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır. Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır ..’’O halde siz de zümrüdü anka kuşu hatırlayın. Küllerinizden yeniden doğmak için , yandığınız zaman sakın tükendim deyip vazgeçmeyin. Yoksa doğumunuz gecikir !