Tanzimat, Osmanlı toplumunun hatta ondanda öncesi İslam’la birlikte Müslüman Türk toplumunun en önemli değişim olayıdır. Osmanlı elit kesimde Batının üstünlüğü olgusuyla ortaya çıkan yeni algı, anlayış ve yaklaşımlar sonuçta Tanzimat’ı ortaya çıkaracaktı.
Jön Türkler adı verilen eğitimli elit kesimin topluma zıt oluşturduğu ivme zamanla devlet yönetimini onlar anlayışına getirerek Tanzimat kararlarını sonuç vermiştir. Burada elbette ki devlet örgütlenmesi ayaklı Batılı entelektüellerin etkisi de göz ardı edilemez. Buna destek olarak Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan malum elitlerin orada korunup beslenmesi ve desteklenmesidir. En azından yayın organlarını Avrupa da çıkarıp İstanbul’da yaymalarıdır.
Türklerin İslam olması sonrası ortaya çıkan toplum yapısı İslam dini önceliklidir. Büyük Selçuklularda net olarak ortaya çıkıp Anadolu Selçuklularıyla tamamen oturup Anadolu Müslüman Türk aile yapısının değişmezi olan bu toplum yapısı Osmanlılarda zirve noktada devam etti. Tamamen İslam dini veri tabanlı bir toplumdu bu toplum.
Ne yazık ki ne olduysa Batının her alanda büyük güç olarak ortaya çıkmasında oldu her şey. Artık asırlık toplum büyüsü yavaş yavaş bozulacaktı. Zira İslam tabanlı toplum veri tabanına yavaş yavaş farklı bilgiler giriliyordu.
Jön Türkler, yeni Osmanlılar, devlet yönetimine etkileriyle toplumun değişimini sonuç verecek Tanzimat uygulamasını başlatırlarken devamında gelenler kültür, sanat, edebiyat, basın, yayın yoluyla toplum fertlerine etkin olmaya başlayacaklardı. Şinasi ile başlayıp Ahmet Mithat’ta, Hüseyin Rahmi’de bilinçli, Tevfik Fikret ve Halid Ziya’da tam etkin bir faaliyet söz konusuydu.
İkinci Abdülhamit, devletin askeri alanda başlattığı Batı eğitim sistemini tüm yurtta açtığı okullarla askeri alan dışında da bilinçli olarak uygulayacaktı. Diğer taraftan klasik eğitim sistemine de dokunmamıştı Abdülhamit. Ancak Batıdan esen rüzgar çok güçlü bir rüzgardı ve mevcut toplum tabanlı ürünleri etkisiz ve etkinsiz kılıyordu. Abdülhamit’in yeni Batı eğitim sisteminde, mevcut toplum yapısına ters farklı verilerle yeni bir nesil hatta toplum meydana geliyordu. Bu gelişim gerekli ve zorunluydu ancak hatalı yükleme kaynaklı ters bir durum, olumsuzluk hatta zıt bir ikilem söz konusuydu.
Bu, Cumhuriyetle daha net olarak ortaya çıkacak ve görselde tam Batılı gibi olduk denilirken koca bir imparatorluğu kaybetmiş; Batı gibi olmanın başlangıcının daha da gerisinde kalmıştık. İslam dini tabanlı müslüman toplum yapımız, Anadolu’da onca hercümerç sonrası aile bazında belirli oranda kendini korumuş ve altmış yetmişlere gelindiğinde devlet anlayışıyla onca tahribata rağmen Anadolu dini aile yapısı arasında korkunç uçurum ortaya çıkmıştı. Bunun en prototip örneği yaşanan başörtüsü sorunudur.
Evet başörtüsü sorunu onca masum insanın hayatı zehir edilerek sonuçta çözüldü sayılır mı? Ancak asıl sorunumuz fert ve toplum düzeyindedir. Çin veya Japonlar batılılaşmalarında fert ve toplum düzeyinde ciddi, etkin bir sorun yaşamamışlardır. Oysa bizde durum farklıdır. Müslüman olmayan tüm doğu ülkeleri ile müslüman ülkeler arasında batılılaşma açısından bu noktada fark vardır.
Olay sadece yönetselde değildir. Müslüman ülkelerde iktidar olmak toplum veri tabanında muktedir olmak demek değildir. Bugünlerde Osmanlı hakimiyeti, Osmanlı özlemi dillendirilip hedef haline getirilmesine rağmen realitede bir arpa boyu yol kat etmiş değiliz.
Kültür, sanat, edebiyat, basın, yayın kısaca medya, Ahmet Mithatları, Hüseyin Rahmileri, Fikretleri, Halid Ziyaları topluma etkinlikte kat be kat geçmiş durumda. Medya yoluyla hala toplum veri tabanına ters bilgiler yükleniyor da yükleniyor.
Burada toplumsal değişimlere olumsuz bir yaklaşımımız söz konusu değildir. Fert ve toplum elbet değişir, değişmelidir de. Ancak bu değişimler tabanda bir şeyleri götürüyor ve olumsuz etkiliyorsa burada bir sorun var demektir.
Olay ne sadece yönetsel ne de sadece eğitimsel ve siyasal değildir. İsmet Paşanın dediği gibi ‘iktidar olmakla da muktedir olunmaz’. Okullar açmakla da her şey çözülmez. Olay şahıssal ve ferdi de değildir. Atasözü ile de ifade edersek ‘bir çiçekle bahar gelmez’.
Ama bir gerçek var, Tanzimat’tan bu yana batıyı yakalama adına gayretler gösterdik bu, hep ideal ve hedeflerimiz oldu. Bu güne gelindiğinde elbette gelişmişlikte başlangıca göre çok mesafe kat ettik. Ama şu bir gerçek ki Batıya dönüp baktığımızda onlara yaklaşma adına fazla bir yol kat etmiş sayılmayız. Maalesef yeni gelen neslinde görüntüsü ortada.