"Sıkıntı tecrübesi, azmış zamanın bilincidir” diyor Emil Michel Cioran, Ezelî Mağlup adlı kitabında. Bakıyorum da her şeyden çabuk sıkılır olduk. Limon gibiyiz. Bazen iliklerimize kadar hissettiğimiz bazen umursamayıp hasır altı ettiğimiz bu flu ruh hali, günümüz insanında daha da belirgin duruyor.
"Gene mi pırasa" diyen çocuklar gibi çok şımarık bir toplum olduk sanki. Isırılıp bırakılmış elmaların çokluğu halimizi daha net anlatıyor. "Maksat değişiklik olsun" anlayışıyla dozunu sürekli arttıran sıkılma kültür(süzlüğ)ü, biraz da hedefsiz ve plansız yaşanan bir hayatın sonucu gibi duruyor. Hayatı ıskalayarak, hızlı ama hazsız yaşıyoruz .Günümüzdeki öğütücü hayatın, en acınası yanlarından biri de bu.
Modern hayat tarzında, sıkılmaya katkı sağlayacak çok sayıda faktör bulunuyor. Bu yüzden gündelik hayatın koşturmacasında bile sıkılmaktan geri kalmıyoruz. Monoton biçimde süren, ufak bir sürprize dahi fırsat vermeyen, hep aynı renk tonunda süren hayat, sıkılganlığın ateşleyici unsurları olarak işlev görüyor.
Baharın başında güzü, gündüzün başında geceyi özlüyoruz. Her sabah aynı saatte uyanıp aynı yöne ve aynı yolda gitmek, aynı işte aynı insanlarla çalışmak gına getiriyor. Severek , isteyerek , büyük bir heyecan ve hevesle başladığımız işlerden bir anda sıkılıyoruz. İşimizden, aşımızdan ve yaşımızdan başlayan sıkılganlık bizi sürekli değişim, heyecan ve yeniliğin kucağına itiyor. Teknoloji sayesinde karşı karşıya olduğumuz fazla uyarılmışlık hal de bunu körüklüyor.
Sıkılma, hakkı verilmemiş zamandan ve mekândan firardır. Rutin bir renksizliğin içindeki benliğimizin, çiğ halidir. Hayatın içinde belli aralıklarla çoğumuzun yüzüne vuran bir rüzgardır. Yalnızca hüzünlü yada boş vakitlerde değil mutlu anlarımızda bile bu rüzgarın etkisinden kurtulamıyoruz. Hayat, kısır bir döngüye girmiş gibi oluyor. Konsantre olamıyoruz ve giderek performansımız düşüyor. Seçeneklerin fazlalığı , doyumsuzluk duygumuzun gelişmesine neden oluyor. Sıkıldıkça yeni şeylere yöneliyor, her yeniyi zamanla eskitip sıkıntıyı başa sarıyoruz. Çünkü sıkılma kültüründe yeni, en çabuk eskiyen şey oluyor.
Bu psikolojinin en çok tuzağına düşenler, halk arasında maymun iştahlı denilen tiplerdir. Daldan dala atlayan ama hiçbir daldan meyve yiyememiş insanlar. Son derece değişken bir ruh haline sahiptirler. ’’Offf !’’ en çok kullandıkları kelimedir. Övüldükleri zaman mutlu olurlar ama sürekli başka bir övünçün hazzını da yaşamak istedikleri için mutlulukları kısa sürer. Ne istediklerini kendileri dahi bilmezler çoğu zaman. Bazen sıkılmaktan bile sıkılırlar. Emek verip bekleme, tahammül etme ve sabretme yeteneğini tüketmiştir onlar.
Salgın gibi bireylerden topluma sirayet eden "of sıkıldım’’ kültür(süzlüğ)ü, ucundan bucağından bize ya da ailemizdeki birisine yansıyor. Ondan da bize, bizden ona. Öyle ki, elimize aldığımız bir kitabın daha ilk sayfalarında iken bir anda son sayfalarında gezinmeye başlıyoruz. İzlemeye başladığı bir filmin bir yerinde kopup başka dünyalara gidiyoruz. Muhabbet etmek için yollar gidiyor, sohbete başlayınca da herkes sussun istiyoruz. Büyük bir heyecanla çıktığımız yolculukların ilk kilometrelerinde hep bir uğuldayış var. Her şeye hemen ulaşma isteği sabırsızlıkla birleşince daha da artıyor bu sızı. Sıkılıyoruz vesselam.
Sıkılma eşiğimizde bir sıkıntı var. Sıkılma kültürümüzde daha büyük bir sıkıntı var. Bizim tad alma hissimizi körelttiler. Bunu dilimizde damağımızda değil, işin merkezinde, aklımızda, fikrimizde, hissiyatımızın merkez üssünde yaptılar. Bir şeye başlarken onu tüketip atma güdüleriyle başlıyoruz… Bizim kültürel sofralarımızdan geriye de, tıpkı gerçek sofralardan geriye kaldığı gibi, ucundan alınıp bırakılmış, tırtıklanmış, didiklenmiş, gururuyla oynanıp rencide edilmiş yemek artıkları kalıyor. Dokunuyor, çatalımızın ucuyla eşeliyor, ucundan dişliyor ve nihayet mundar edip geçiyoruz her meseleyi. Sadece bir tek mesele bulsak, orada dursak, onunla adam gibi beslenmeye, onu sindirmeye çalışsak, elimizdeki bütün zamanı sadece o meseleye vakfetsek, bir ömür o meselede yaşasak, sadece orada eğleşsek bile, bu akıl hovardalığından, bu duygu savurganlığından, bu kültürel pisboğazlıktan daha iyi değil mi? (1)
Sıkılma hali, onun rüzgarına kapılan insanlar için bir uyarı sinyalidir. İnsan olmanın ve hayatın özünün gereklerinden uzaklaşıldığını haber verir. Çünkü sıkılma hali, sürekli bir devinim ve heyecan isteği ile doymuyor. Beraberinde sigara, alkol ve diğer bağımlılık yapan alışkanlıkları da getiriyor. Yapılan araştırmalar bu maddeleri kullanmada "sıkılıyorum" diyenlerin sayısının hayli fazla olduğunu göstermiştir. Ayrıca kronikleşen durumlarda, depresyon ve intihara kadar sürükleyen sonuçları da tespit edilmiştir.
Ne kadar sıkılıp, heyecan ve yenilik peşinde koşarsak koşalım, kuyruğunu yakalamaya çalışan kedi misali, gölgemizin hepsini asla yakalayamayacağız kesin. Ha diyelim yakaladık, başka gölgelerin hep ağzımın suyunu akıtacağı da vaki. Bu yüzden duvara toslamadan şunu aklımızdan çıkamamak gerekir ki; sık sık bulanan su zor durulur!
- www.yenisafak.com / Gökhan Özcan / 21 Aralık 2017