On dokuz hikâye. Kitaba adını veren ilk hikâye, İstanbul’da Halıcıoğlu’ndaki bir fabrikada işçi Ali’nin, annesiyle geçirdiği mutlu günleri anlatır. Annesinin, her gün, sabah ezanı okunurken uyandırdığı Ali, kızarmış ekmek kokan odada semaverin kaynayışına dalar; semaveri içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya benzetirdi. Ali’nin annesine ölüm, bir sabah vakti semaverin başında ansızın gelir. Semaver bir daha kaynamaz o evde. Bundan sonra Ali’nin hayatına fabrika önündeki bir salep güğümü girer. Stelyanos Hrisopulos Gemisi, Burgaz Adası’nda fakir, yaşlı bir Rum balıkçının, ailesinden hayatta son kişi, hayal gücü denizler, balıklarla beslenmiş ve oniki yaşlarında torunu Trifon’un yaptığı, bir metre uzunluğunda, beyaza boyalı, yelkenli bir gemidir; küçük bir kotra.
Bir öğle üstü denize indirilir. Burgaz’ın bütün çocukları pusudadırlar. Gemi hafif yana yatmış pupa giderken, soba borusundan yapılmış bir top, çamların içinden patlar, atılan taş, geminin yanına isabet eder; bu taşı ötekiler izler. On altı çocuk, ellerinde ceplerinde taşlar, güzelim gemiyi batırırlar. Üçüncü hikâyede ressam bir Türk kızı, İsviçre’de öleceğine yakın, arkadaşı bir genç kadından bir dilekte bulunur. Verdiği sözü yerine getirmek için, sonradan Türkiye’ye gelince Adapazarı’na gidip Meserret Oteli’ne inen genç kadın, ressam kızın İsviçre’de anlattığı, tasvir ettiği çevre ve atmosferi, kişileri, olayları, yol arkadaşı iki erkeğe sırrı hiç açmadan, aynen görür ve yaşar. Bir Kıyımın Dört Hikâyesi’nde bir soğan kayığı, kediler, çocuklar ve ölüsü ile gene bir ada; Babamın İkinci Evi’nde ise Ömer Ağa’nın içgüveysi olduğu zengin evinden köydeki ilk evini, ilk çocuğu Emin’i görmeye gidişi, bu ziyarete ikinci evliliğinden olma oğlunu da beraber götürüşü anlatılır.
Beşinci hikâyede Bursa’da ipek fabrikasında on beş yaşlarında bir işçi, bir İpekli Mendil uğruna hayatını kaybetmiştir. Kıskançlık otuz beş yaşlarında bir köy öğretmeninin on yedi yaşındaki karısı Fadime’yi, kadının yaşıtı çoban Husrev’le görünce duyduğu ince duygularla oluşur. Bohça’da evin küçük beyi, bir yaz günü, besleme kızın başı dizinde, annesi tarafından yakalanınca kaçar; akşam dönünce, kızın yamalı bohçası artık sandık odasında her zamanki yerinde değildir.
Orman ve Ev’de de hikâyeci, bir çocukluk anısını tazeler: Haleplizadeler’in Dokurcun Suyu’ndan aldığı kuvvetle güçlenmiş ormanını tasvir eder ve ailenin kasabadaki evini görebilmek merakını nasıl giderdiğini açıklar. Düğün Gecesi, nüfusa çok sonradan yazdırılmış köy delikanlısı, onaltısında Ahmet’in kendinden on yaş büyük Gülsüm’le ilk gecesidir. Şehri Unutan Adam’da çoktandır şehre inmemiş hikâyeci, otelin kapısından, insanlarla kaynaşmak ihtiyacıyla çıkar. Bir küfeci çocuğundan, tütüncülerden, genç kızlardan yöneltilen azarlara, çıkışmalara rağmen mutludur; dünyayı, şehri riyasız kucaklamak isteğindedir. Üçüncü Mevki’de İstanbul dışına ilk defa çıkan bir Kayseri yolcusu, hikâyecide çağrışımlar uyandırmıştır. Garson, İstanbul’da Belvü Bahçesi’ndeki parlak işini bırakıp Burgaz Adası’nda dermeçatma bir kır kahvesine çekilmiş, karışansız, görüşensiz, rind garson Ahmet’in hayat öyküsüdür.
Birtakım İnsanlar’da bahara doğru karlı bir gece yarısı Taksim’de tramvay bekleyen yazara hırpani bir hamal yaklaşır: Sabahçı kahvelerinde yatmanın yasaklanmasından yakınmak için Vali’ye gitmeye karar vermiş, kendi gibi birtakım insanları görüp görmediğini sorar. Yazar, az sonra görür onları; kavuşturmaya can attığı sıcak yatağı birden değerini yitirmiştir gözünde. Sevmek Korkusu, uzak bir dağ şehrine ait izlenimlerdir. Louvre’dan Çaldığım Heykel’de Paris’teki ünlü müzeden, Napoli’li Balıkçı heykelini sanki sırtlamış kaçıyormuş gibi, belleğin eyerleştirerek çıkar. Robenson bir limanından ayrılışın hüzünleridir.
Kitabın hem en uzun, hem en acıklı hikâyesi İhtiyar Talebe; Birinci Dünya Savaşı’na Avusturya ordusunun bir subayı olarak katılmış, acı yaralı günler geçirmiş, şimdi onbir senedir Fransa’da bir üniversitede okuyan, Sırp veya Hırvat Pavel Stefanoviç, biri çirkin biri güzel, Amerikalı iki kız kardeşin oyununa kurban gider: Gününe, saatine göre değişen, iki zıt karakter ve ruha sahip tek kişi sandığı bu iki kıza âşık olmuş, üniversiteyi bitirdiği gün, iki kızın aynı anda alaylarıyla karşılaşınca ruhî dengesini büsbütün kaybederek hastaneye kapatılmıştır. Kitabın son parçası Vapur’da Galata rıhtımına demirlemiş bir Türk vapuru; yazara, bu vapurla yaptığı dış sefer yolculuklarını hatırlatır; kesik kopuk anılara çeker onu.
• Semaver, büyük hikâyecimizin ilk kitabıdır.