Sahnenin Dışındakiler Romanın Başlıca Kişileri
Sabiha: Herkesin hayranlığını toplayan güzel, zeki bir kız. Tiyatro oyuncusu olmak ister.
İhsan Bey: Avrupa’da öğrenim görmüş bir genç. Milli Mücadeleyi İstanbul’da sürdürür.
Dr. Behçet: Yaşamını karşılıksız bir sevgiyle geçirmiş, zavallı bir adam.
Atiye Hanım: Behçet Bey’in karısı. Kocasını hiçbir zaman sevmemiş, Dr. Refik Bey’e aşkı nedeniyle genç yaşında veremden ölür.
Dr. Refik Bey: İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerinden.
Nasır Paşa: Birçok önemli makamda bulunmuş, sadrazam olması beklenen kişi.
SAHNENİN DIŞINDAKİLER ÖZETİ
Cemal, ufak bir Anadolu şehrinden İstanbul’a döndüğünde şehri düşman işgalinde bulur. 1920’li yıllardır.Limanda düşman gemileri demir atmıştır. Tahsiline devam etmek, tıbbiyeye gitmek istemekte, bir yandan da unutamadığı çocukluk aşkı Sabiha’yı aramaktadır. Yatacak yeri olmadığı için akrabaları olan Behçet Bey’in köşküne gider.
Behçet Bey, Cemal’in annesiyle teyze çocukları olan Atiye Hanımefendi’nin kocasıdır. Büyük teyzesi hiçbir zaman sevmediği Behçet Bey’le Hünkarın iradesiyle evlenir. Karı koca yıllarca yan yana uzatılmış iki değnek gibi yaşamışlardır. Aslında Cemal’in Atiye teyzesi Dr. Refik adında İttihat ve Terakki’nin eski kurucularından bir genci çocukluğundan beri sevmektedir. Atiye ile Dr. Refik’in eski aşkı yeniden alevlenince, durumu öğrenen Behçet Bey, Dr. Refik’i saraya jurnaller. Dr. Refik, Yıldız’da üç gün süren tutuklama sırasında kalp damarı kopmasından ölür.
Çırçır yangınından kurtarılan evrak arasında bu jurnalin notlarını gören Atiye Hanım, kocasıyla bir daha konuşmaz. Bir yıl sonra da veremden ölür.
Behçet Bey’i o kadar sevimsiz yapan şey, İttihat ve Terakki’nin Paris ve Selanik’teki iki kolunu birleştirebilecek tek adam olan Dr. Refik’in ölümüne sebep oluşudur. Aile içinde ise buna ikinci bir suç daha eklenir. Evin hizmetkarı Şerife Hanım’ın rivayetine göre, Behçet Bey ölümünden biraz evvel karısının ağzına bir yastık tıkar. Nedeni ise Dr. Refik’le birlikte çok sevdikleri ve Talat Bey’in bestesi “Mahur Beste’yi” söylüyor olmasıdır. Yolculuğu kendi istemiş olmasına rağmen, Cemal evinden ve ailesinden ayrıldığına pişmandır.
Geçirdiği göğüs hastalığı yüzünden iki yılı ziyan olmuştur. Ayrıca İstanbul’da onu terk edip başkasıyla evlenen bir de sevgilisi bulunmaktadır.
Evleri Şehzadebaşı’nda Elagöz Mehmetefendi mahallesindeydi. Elagöz Mehmetefendi mahallesine son devrin getirdiği en büyük değişiklik evlerin ölçüsünde olmuştur. İmparatorluk küçüldükçe, orta sınıfın şehirli evi de küçülüyor, hizmetçi sayısı azalıyordu. Hayatına yön verecek olan komşuları İhsan’la tanışması, o sıralarda olur. İhsan Bey’in babası ona bir marangoz takımı hediye eder. Cemal’den 12 yaş kadar büyük olan İhsan ona bu aletleri kullanmayı öğretir. Böylece dostlukları başlar. İhsan, giyimine özen göstermeyen derbeder bir genç adamdır. O yıl Galatasaray’ı bitirmiştir. Sonra
Avrupa’ya gider. .
Sabihalar’ın mahalleye taşınmasıyla Cemal onun büyüsüne kapılır. Değişik bir kızdır Sabiha. 13-14 yaşlarındadır. Fakat babası Süleyman Bey’in yenilik merakı yüzünden henüz çarşafa girmemiştir. Kız-erkek mahallenin bütün çocuklarıyla arkadaştır. Çok mutsuz bir çocuktur. Çünkü, anne ve babası sürekli birbirlerini suçlamakta ve kavgaları hiç bitmemektedir. Ailesi Meşrutiyetin ilanında İstanbul’a yerleşmiştir. Balkan harbi çıkınca Sündüs Hanım’a babasından kalan “her biri bir vilayet kadar geniş” dört çiftlik satılır. Ailenin geçimi kadının mücevherleriyle Süleyman Bey’in babasının İstanbul’da satın aldığı birkaç mülkün kirasına kalmıştır. O günlerde 1909’dan beri Avrupa’da bulunan İhsan memlekete döner. Tümüyle değişmiştir. O eski derbeder görüntüsünden eser yoktur. Bir hafta sonra da Galatasaray’ da tarih hocası olarak karşılarına çıkar. Onun gelişiyle okulun ve biraz da kafaların dengesi bozulur. Bu genç, düşüne düşüne konuşan ve konuştukça karşısındakini ister istemez düşünmeye mecbur eden adamı sevmemek imkansızdır. Onlara şiirden, sanattan, Akdeniz medeniyetinden, kendi öğrenciliğinden bahseder.
Cemal onu Sabiha’yla tanıştırır. Ve bu tanışmayla birlikte aralarında bütün mahalleyi şaşırtan gerçek bir dostluk başlar. Sabiha onunla uzun uzun konuşmakta, kafasına takılan meseleleri sormaktadır. Bunlar daha çok kadınların toplum içindeki durumuyla ilgili sorulardır. Mahalle yeni bir haberle çalkalanır. O yıllarda İtalya’da konsolos olan Kudret Bey’in görevine son verilmiştir. Bu haberi de ötekiler gibi İbrahim Bey’den alırlar: “Prens Sabahattin’le mektuplaşıyormuş, karısı öldükten sonra kayınları düşmanlık için ihbar etmiş”.
Sabiha’nın düşünce dünyasını etkileyen biri daha vardır. Bu da uzak bir akrabaları olan Sakine Hanım’dır. Sakine Hanım 60’lı yaşlarda olmasına rağmen 40’dan fazla göstermeyen ve hala güzel olan çok zengin bir kadındır. Bu kadın Osmanlı Hanımlar Medisi’nin ikinci reisidir. Bu sosyetik kadında İnsan evlendirme merakı hastalık derecesindedir. Hareket Ordusu’nun belli başlı zabitlerini, İttihat ve Terakki erkanının bir kısmını, Cihan harbi zenginlerinin bazılarını hep o evlendirmiş, hiçbirinde de yanılmamıştır. Sakine Hanım şimdi de Kudret Bey’i evlendirmeyi kafasına takmıştır. Onu ancak Avrupalı bir kadının mutlu edebileceğini, böyle bir kadınla kendisini tanıştırabileceğini söylemektedir.
Enver Paşa’nın harbe devam arzularına karşı bir muhalefet oluşmaktadır. Paşa’ya şiddetle muhalefet edenlerden birisi de Ekrem Bey’dir. Bu yüzden Mahmut Şevket Paşa olayından sonra, Cemal Paşa bir gece içinde İstanbul’u temizlemeye karar verdiği zaman onu da birçokları gibi bir mavnaya tıkarak Sinop’a gönderir.
Sabiha’nın İhsan’ı sevdiği düşüncesi Cemal’i tahammülsüz bir kıskançlık içine itmektedir. Ciğerlerindeki rahatsızlık tekrarlayınca babası dinlenmesi için onu Behçet Beyler’in Göztepe’deki köşküne yollar. Bütün günleri kırlarda, yahut bahçede renk tufanı içinde geçer. Bazen de Şerife Hanım’ın aile hikayelerini dinler. Şerife Hanım ona bütün aile sırlarını anlatır. Behçet Bey’e karşı garip bir kini vardır
Cemal’e Dr. Refik’in mektuplarını gösterir. Sararmış kağıtların üzerinde Atiye Hanım’ın gözyaşları vardır. Bunlar Sabiha’nın hatırasıyla birleşmekte ve Cemal’de “ya onu bir daha göremezsem” korkusu yaratmaktadır.
Köşkte geceler çok mahzun geçer.
Behçet Bey kitaplarına cilt yapmaktan, saat tamirinden ve mezat yerlerinden eşya yahut yazma kitap almaktan başka hiçbir şey düşünmemektedir. İttihat Terakki’ye ise düşmandır … Kısa boylu, güzel olmayan, eski elbiseler ve sivri sakalla dolaşan bu adam bir kuklaya benzemektedir.
Bir gece Behçet Bey’in odasından bir tambur sesi duyan Cemal, onu karşısına Atiye Hanım’ın resmini koymuş “Mahur Beste’yi” çalarken görür. Bu sahne onu derinden yaralar. Kendi kaderini onunkine benzetir. ikisinin de bir hayali sevdiğim düşünür.
O günlerde İhsan’la beraber Moliere’nin Cimri’sini okurlar. Sabiha bu piyesi sahnelemelerini istemektedir. Onun bütün hayali tiyatrocu olmaktır. İhsan’ın dersleri düşüncelerimizin bir noktada toplanmasına yardımcı olur. Dünya, bu küçük
İstanbul mahallesinden ve oradaki olaylardan ibaret değildir.
İhsan; “Hadiselerin garip bir zincirlemesi var ki, yavaş yavaş insanda bir kader fikrini uyandırıyor ve korkutuyor. Olacaklar birçok kişiyi olduğu gibi beni de korkutuyor. Bir Avrupa harbinin başlama ihtimali var ve biz Almanya’nın kucağına doğru gidiyoruz, Başımızda tesadüfen muvaffak olmuş insanlar var.” diyordu.
HADİSELER
İstanbul, işgalin ve savaşın acılarıyla mahzundur. İşgal kuvvetlerinin Rum ve Ermeni azınlıkların küstahlıkları had safhadadır. Cemal ise Sabiha’yı aramaktadır. Sabiha hiçbir yerde yoktur. İhsan çok değişmiştir. Milli Mücadele’nin İstanbul’daki savunuculuğunu yapmaktadır. Hürriyet ve İtilaf fırkasının azası Arif Bey’in önerisini reddeder. Sadrazam paşa iş almanızı istiyor dediklerinde; Sadrazam Paşa’ya, “İhsan Bey hükümetinizin meşrutiyetine inanmıyor. Anadolu’da mücadele varken, Milli Mücadele aleyhinde vaziyet alan bir hükümetle işbirliği yapmak istemiyor.” deyin der. Arif Bey; “hükümetin meşruiyetine inanmıyor musunuz” Doğrusu sizin gibi münevver bir zattan bunu beklemezdim, siz de onlardansınız maalesef.” dediğinde İhsan;
“Gazetelerdeki yazılarımı görmediniz mi? Burada hepimiz onlardanız. Başka türlü nasıl olabilir. Orada mücadele var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek. Asıl SAHNE orası. Biz burada sadece seyirciyiz. SAHNENİN DIŞINDAYIZ. Asıl esef edilecek olan sizsiniz. Nasıl olur da böyle düşünmemi kabahat telikki edersiniz” diye yanıtlar.
İstanbul’a okumak için gelen Cemal, iradesi dışında olayların içine sürüklenmekte olduğunu hissetmektedir. İhsan, Cemal’i Kandilli’de oturan Tevfik Bey’e yollar … Kandilli Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Tevfik Bey-onu çok şaşırtır. O miskin ve dünya yansa umursamayan adam milli mücadelenin içine girmiştir. Boğaz’da herkesin silahlı olduğunu ve sessizce beklediğini anlatır. Asıl mücadele Anadolu’da başlamış. “Vatan meselesi çıkınca insanoğlu değişiyor. Galata’yı tutanlar polis, sabıkalılar, külhanbeyleri falan. Polisle sabıkalı el ele veriyor. Garip değil mi? Adı üstünde Milli Mücadele bu.”
Bu arada Sabiha, Kudret Bey’in akrabası Muhtar diye biriyle evlenmiştir. Muhtar kendine özgü bir güzelliği olan, sarışın ince bir delikanlıdır. Daha genç yaşlarında kadınlarla fazla düşüp kalktığı söylenir. Bu arada da çok acımasız biri olduğu da …
İhsan o akşam saat dokuzda hapishaneden bir adam kaçırılacağını, Cemal’in işinin de Şişli’de Nasır Paşa’yla görüşmek olduğunu söyler. Amacı Nasır Paşa’nın hatıralarını yayımlamaktır. “Hatıratlarını ele geçirmeliyiz. Bunu yaparsak İstanbul’da birkaç kişiyi tam yıkmış oluruz” demektedir.
Cemal her an sadrazam olması beklenen Nasır Paşa’yla görüşür, hatıraları yazmaya onu ikna eder. Anadolu çarpışmaktadır. Hergün doğru, yanlış bir yığın haber etrafta bir bomba etkisi yaratarak bütün şehre yayılmaktadır. İstanbul, içten içe kaynamaktadır. Anadolu’daki açık ve hür mücadele işgal altındaki İstanbul’da gizli ve devamlı bir iç harp şeklini almıştır. Önceleri fısıltıyla söylenen milli mücadele kahramanlarının adları şimdi gazete sayfalarında yayımlanmaktadır. Bu da Milli Mücadele’nin kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Cemal, Sabiha’dan ümidini keser. Onun insanlardan gizlendiğine, dostlarıyla alakasını kestiğine inanır. Bununla beraber aramasını da sürdürür. Göztepe’de o gece Behçet Bey’e niçin o kadar acıdığını anlamıştır. “Ben de onun gibi ebediyen kaybedilmiş şeylerin arkasından ağlayacaktım” , diye düşünür.
Behçet Bey’in Muhtar hakkında anlattıkları dehşet vericidir. Muhtar, akrabası olan, gençliğinde onun okumasına maddi destek veren Kudret Bey’i, gazete çıkarma bahanesiyle soyup soğana çevirmiştir, zavallı adam ise bu durumun farkında bile değildir. Ayrıca Üsküdar’da, İtalyan işgal kuvvetleri için bir çamaşırhane açmış, bir de mum fabrikası varmış. Muhtar orada tanıdığı Rus bir kadının kardeşiyle birlikte eroin işi de yapıyormuş. Üç tane de metresi varmış. Cemal, “Sabiha ile evlendiği için sevmeye mecbur olduğum insan bu mu?” diye üzülmektedir.
Şehrin manzarası çok değişmiştir. Dünyanın her milletinden işgal askerleri, Karadeniz’den gelen vapurların şehre her gün döktüğü beyaz Ruslar, her cinsten kavim kıyafeti, eski payitahtı bir çeşit sürdüren İskenderiye’ye, ırkların ve medeniyetlerin birbirine kaynaştığı devirlerin o büyük yol uğrağı şehirlerine benzetmiştir. Bu değişiklik para işlerinde de kendini gösterir. İşgal ordularının şehre döktüğü para, kazanç şekillerini altüst eder ve para el değiştirir. Yabancı kuvvetlerin etrafında onların gündelik ihtiyaçları için hemen bir yığın yeni iş çıkar. Atılgan ve değerlere karşı duyarsız insanlar bu işlerden büyük kazançlar elde ederler. Beyaz Rus akını da büyük bir eğlence hayatı başlatır. Beyoğlu tanımaz hale gelir. Sirkeci’den Tepebaşı’na oradan Şişli’ye kadar bir yığın eğlence yeri açılır. Bu eğlenen İstanbul’un yanıbaşında çok bahtsız, muzdarip bir İstanbul daha vardır. Harp içinde el değiştiren servet orta sınıfı harap etmişti.
Artık Ferit Paşa kabinesinin politikası iflas etmişti. Nitekim bir süre sonra da istifa etti. İstanbul 1920’de ilk alevde tutuşmaya hazır bir gerginlik içindeydi. Bugünlerin önemli vakalarından biri de Konya isyanıydı. İsyan Akseki’den Kayseri’ye doğru yayılmaktaydı.
O günlerde adliyede bütün İstanbul’u alakadar eden bir dava sürmektedir. Üç aydan beri Karacaahmet Mezarlığı’nda katilleri bulunamayan bir yığın cinayet işlenmektedir. Polis bu işlerle alakası olmayacak tipte bir adam yakalamıştır. Herkes adamın günahsız olduğuna emindir ve onu kurtarmaya çalışmaktadır. İşin başlangıçta siyasi olduğu, sonra ise adi bir cinayet vakıası olduğu ve yakalanan adamın bu işle hiç alakası olmadığı bellidir. Cemal bu cinayet davası ile ilgili gazeteye bir yazı yazar. Yazının yayımlanmasının ertesi günü Muhtar Cemal’i ziyarete gelir.
Bir akşam Sabiha Cemal’in evine gelir. Durmadan ağlamaktadır. Muhtar’ın zalim bir insan olduğunu, ondan her kötülüğün beklenebileceğini ve gece burada kalmak istediğini söyler. Sabahleyin Sabiha gitmiştir. İstanbul’da her an olması muhtemel bir şeyleri bekleyerek yaşanıyordu. Garip bir sinirlilik hali vardı. Sanki bir volkan patlaması bekler gibiydi herkes. Bu his İhsan’da da olmalı ki, Nasır Paşa’ya verdiği söze rağmen bir gün onun hatıratını ve vesikalarını bankadan almaya karar verir. Zarfın içinde hatırat yoktur. Hiddetten çılgına dönerler. İhsan, Paşa ile konuşmak için evine gider. Cemal’i yanında istemez.
Sabahleyin olaylar birbirini izler. Cemal’in kapısına bir zarf getirilir. Zarfta bir tiyatro reklamı vardır. Kadıköy, Kuşdili’nde Nuri’Adil kumpanyasının vereceği temsillerden bahsedilmektedir. Reklamın üstünde Sabiha’nın resmi vardır. Altında da “sahneye çıkacak ilk Türk kadını” diye yazmaktadır. Gazetelerde ise Nasır Paşa’nın öldürüldüğü haberi yazılmaktadır Gazete de Paşayla İhsan’ın yanyana resimleri yer almaktadır. Gazete haberine göre; Paşa evinde geceyi eski bir aile dostu olan İhsan Bey’le geçirmiştir. Çalışma odasında konuşurlarken bir şey almak için aşağı kata inmiş, o sırada üç el silah sesi işitilmiştir. Silah sesini duyan İhsan Bey hemen yardım için aşağıya inmişse de Paşa hemen vefat etmiştir. Elinde de bir tiyatro ilanı vardır. Sahnenin dışı karışmıştır …