Bedir savaşında sahabeler cesaret göstererek müşriklerle bire bir savaşmışlardır. Bunun en güzel örneği Hz. Ali (r.a.) ve Hz. Hamza’dır (r.a.). Uhud savaşında Hz. Peygamberi korumak için canlarını tehlikeye atmışlardır.
Hâlid bin Velîd -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
Mûte Savaşı’nın yapıldığı gün, elimde dokuz kılıç kırıldı. Sâdece Yemen yapımı enli bir kılıç dayandı. (Buhârî, Meğâzî, 44)
Bu kılıcı, hakkını vermek üzere kim alır?
Uhud’da çarpışma kızıştığı esnâda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- eline bir kılıç alarak:
“–Bunu benden kim alır?” diye sordu. Sahâbîler:
“–Ben, ben!” diyerek onu almak üzere ellerini uzattılar. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Bu kılıcı, hakkını vermek üzere kim alır?” diye sorunca, onu almaktan çekindiler.
Ensâr’dan Ebû Dücâne -radıyallâhu anh- ayağa kalkıp:
“–Ben onu hakkını vermek üzere alırım yâ Rasûlâllah!” dedi. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 128)
Ebû Dücâne kılıcı alınca:
“–Bunun hakkı nedir yâ Rasûlâllah!” diye sordu.
Peygamber Efendimiz:
“–Onun hakkı, eğilip bükülünceye kadar düşmanla vuruşmandır...” buyurdu.
Ebû Dücâne kılıcı aldı, kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı ve İslâm saflarıyla müşriklerin safları arasında, kurula kurula, çalımlı çalımlı yürümeye başladı.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onun mağrur ve kibirli bir şekilde yürüdüğünü görünce:
“–Bu öyle bir yürüyüştür ki, Allah Teâlâ ona bu gibi durumların hâricinde (yâni nefsâniyeti nâmına yürüyene) buğzeder!” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 11-12)