Saati saatine : hesaplanan ya da kararlaştırılan saatte, tam vaktinde, tam saatinde.
Saati saatine uymamak : Durumu, tavırları sık sık değişmek bir öyle böyle olmak; bir saati bir saatine uymamak.
Saat tutmak : Bir işe başlama saatini ayıntîya saptamak ve bitinceye kadar geçecek zamanı belirlemek için sürekti olarak ya da sık sık saatine bakmak.
Sabaha çıkmamak: Hasta sabah olmadan ölmek. Sabah akşam: -1. Bir sabah bir akşam olmak üzere. -2. Her zaman, hiç ara vermeden.
Sabahı etmek (bulmak): Akşam başlanan bir iş uğruna bütün geceyi uykusuz geçirmek
Sabahın köründe : Daha ortalık ağarmadan, çok erkenden.
Sabahlar (sabahı şerifler) hayrolsun (hayrola) : Günaydın.
Sabır taşı: Çok sabırlı kimse.
Sabrı taşmak (tükenmek, kalmamak): Artık sabredemeyecek duruma gelmek.
Sabun köpüğü gibi sönmek : Gösterişini, görkemini, albenisini en kü çük bir etkiyle çabucak yitirmek.
Saçı başı ağarmak: Yaşlanmak, ihtiyarlanmak
Saçına ak düşmek : Saçı ağarmaya, yaşlanmaya başlamak.
Saçına başına bakmadan: İlerlemiş yaşından utanmadan, yaşlı biri
olduğu halde, yaşma yakışmaz biçimde.
Saçın ak mı kara mı önüne düşünce görürsün: “Acele etme, biraz
sonra neler olduğunu göreceksin.” anlamında.
Saçını başını yolmak: Çok üzülmek üzüntüsünden dövünmek
Saçını süpürge etmek : Kadın ailesi ya da ailesinden biri uğruna elin den geleni yapmak, büyük bir Özveriyle çalışmak
Saçıp savurmak : Parasını düşünmeden, hesapsızca harcamak.
Saçı uzun aklı kısa : Eskiden kadınların akılca erkeklerden geri oldu ğunu vurgulamak için alay ya da şaka yollu söylenirdi.
Saçma sapan: Akla mantığa aykırı olan (söz davranış).
Saçma sapan konuşmak: Anlamsız, boş konuşmak
Saç saça (baş başa) gelmek (dövüşmek) : Kıyasıya dövüşmek
Saç sakal ağartmak (bir işte): Uzun zaman bir işte çalışmış, olarak o işte ustalaşmış olmak.
Sadede gelmek: Konuşulması gereken asıl konuya dönme
Sefa bulduk: ‘Hoş bulduk anlamında.
Sefa geldiniz: “Hoşgeldiniz.” anlamında.
Sala pezevengi: (Ala/ yollu) Eğlence düşkünü (kimse),
Sata sürmek: Zevk, eğlence, mutluluk içinde yaşamak
Sağa sola : Çevreye, çevresine.
Sağa sola bakmamak : Çevrede olup biterlere aldırmamak
Sağ eliyle (başının arkasından) sol kulağını göstermek: Kısa yoldan yapılacak bir işi, dolambaçlı yollara başvurarak yapmaya çalışmak.
Sağ gösterip sol vurmak: Yanıltmak, aldatmak. Sağ gözünü sol gözünden kıskanmak: Çok kıskanç olmak.
Sağı solu (belli) olmamak: Önceden nasıl davranacağı kestirilemeyecek bir karakterde olmak.
Sağlama almak (bir şeyi): 0 konuda gereken önlemleri alarak rahat
olmak.
Sağlam ayakkabı değil: Güvenilir olmayan, tehlikeli (kimse).
Sağlam kazığa bağlamak (bir şeyi) : O konuda her türlü önlemi almak
Sağlıcakla kal (kalın) : “Sağlık ve esenlik İçinde yaşamaya devam et meni (etmenizi) dilerim.” anlamında.
Sağlık olsun : Bir kayıp, bir zarar karşısında “Fazla üzülmeye değmez, yeterki sağlığımıza bir kötülük gelmesin, tekrar yaparız, kazanırız” an lamında söylenen avuntu sözü.
Sağlı sollu : Her iki yanda sıralanmış, her iki yandan.
Sağmal inek: Sürekli aldatılarak mâlı ve parası başkalarınca kullanılan, aptalca (kimse).
Sağ ol: “Teşekkür ederim, eksik olma.” anlamında.
Sağ olsun (yerinde olsun): Yakın olmasına rağmen kendisinden hoşlanılmayan kimse ile birlikte bulunmamayı anlatmak için söylenir.
Sağ salim : Bir zarara uğramadan, kazasız belasız.
Sağ yapmak: Arabanın direksiyonunu sağa çevirmek.
Sahip çıkmak (birine, bir şeye): -1. Onu korumak, onunla yakından ilgilenmek, onu koruyup gözetmek. -2. O şeyin kendisinin olduğunu ileri sürmek.
Sahip olmak (birine) (bir şeye) : -1. Onunla cinsel ilişkide bulunmak. -2. Onun başkalarına zarar vermesini engellemek.
Sahne olmak (bir olaya) : Olay orada geçmek, meydana gelmek.
Sahneye çıkmak : Ortaya çıkmak!
Sakal bırakmak : Sakalını kesmeyip uzatmak.
Sakalı ele vermek: Birisinin sözünden dışarı çıkamaz duruma gelmek, onun oyuncağı, kuklası olmak.
Sakalım yok kî sözüm dinlensin: “Sizinkinden daha akla yatkın şeyler söylediğim halele, yaşım küçük diye sözlerimi yabana attın.” an lamında sitem sözü.
Sakız gibi: -1. Yapışkan şeyler için kullanılır. -2. Tertemiz, bembeyaz. -3. Yılışarak, sırnaşarak.
Saldım çayıra, Allah (Mevla) kayıra : Hayvanların ya da çocukların kendi hallerine bırakıldığını belirtmek için söylenir.
Salık vermek (bir şeyi, birini) : Onun uygun olduğunu söylemek; tav siye etmek
Salkım saçak: Dağınık, düzensiz.
Sallantıda bırakmak (bir şeyi): Onu sonuçlandırmamak, savsaklamak.
Sallantıda kalmak (bir iş): O iş bir çözüme kavuşturulmamak.
Sallasırt etmek (bir şeyi) : Onu sırtına almak, yüklenmek.
Saltanat sürmek : Egemen, buyurucu durumda yaşamak
Salt çoğunluk : Oylamada, yandan bîr fazla üye sayısının oyuyla sağlanan çoğunluk
Saman altından su yürütmek: Yaptığı işi hiç kimseye belli etmeden yapmak; herkesi birbirine düşürmek
Sana göre hava hoş: “Öyle ya da böyle olması senin için fark etmez.” anlamında.
Sancısı tutmak: -1. Vücudun herhangi bir yerinde ansızın sana duymak -2. Gebe kadın, dölütün rahmi zorlamasının yol açtığı ve doğum zamanının geldiğini bildiren sanayi duymak
Santimi santimine : Son derece hassas bir biçimde, ne bir santim az, ne bir santim çok
Sapına kadar: Bir kimsenin sahip olduğu bir niteliğin, durumun her yönüyle tam, üstün, yeterli, mükemmel olduğunu anlatır.
Sarakaya almak (birini): Onunla alay etmek; alaya almak, makara ya almak.
Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Nerede oturduğu, kim olduğu bilinmeyen kimse için söylenir.
Sarmaş dolaş olmak : Birbirine sarılmak, kucaklaşmak
Sarmısak yemedim ki ağzım koksun : “Ortaya çıkınca utanılacak ya da cezalandırılacak bir şey yapmadım ki korkayım.” anlamında.
Sarpa sarmak (bir iş): İş üstesinden güç gelinecek bir duruma girmek, içinden çıkılmaz olmak.
Satıp savmak: Güç durumdan kurtulabilmek için sahip olduğu malları ucuza satmak.
Satır arası: Bir yazıda açıkça söylenmeyen, ama ima edilen şey.
Satır aralarını okumak : Bir yazıda* gizli anlamları çıkarmak.
Savaş açmak: Olumsuz bir şeyi ortadan kaldırmak için uğraşmak
Savaşım vermek : Bir güce karşı koymak, bir iş konusunda çok çaba harcamak; mücadele vermek.
Sayım suyum yok : Çocuk oyunlarında “kısa bir süre oyun dışıyım” an lamında kullanılır.
Sayıp dökmek : Her şeyi söylemek, söylemediği bir şey kalmamak
Sebilhane bardağı gibi dizilmek: Küçük görülen, hor görülen kimseler sıra sıra dizilmek.
Selama durmak : önemli bir kimseyi, cenazeyi, göndere çekilen bayrağı selamlamak için durmak
Selam almak: Bir kimsenin selamına karşılık vermek
Selam çakmak (birine): Ona selam vermek
Selamı sabahı kesmek (biriyle) : Artık onunla dosttuk etmemek konuşup görüşmemek
Selam söylemek (birine) : -1. Selamı adı geçen kimseye götürmesini söylemek -2. Bir kimsenin gönderdiği selamı adı geçene sözle ya da yazıyla iletmek
Selamünaleyküm kör kadı: Hatır gönül dinlemeyen, sözünü esirgemeyen (kimse).
Selam verdik borçlu çıktık: “Şöyle bir ilgilendik, işi bizim yapmamız istendi.” anlamında.
Selam vermek (birine) : -1. Bir kimseye sözle ya da eli başa götürerek esenlikler dilemek. -2. Namazda rekâtların sonunda başı önce sağa, sonra sola çevirmek.
Senet sepet: Senet ve benzeri herhangi bir yazılı belge.
Sen ben davası: Bir konuda uyuşmazlık durumu.
Sen yiderken ben geliyordum : ‘Ben senden daha çok deneyim sahibiyim, bu oyunları iyi bilirim, beni aldatamazsın.” anlamında.
Seni gidi seni: Çok yaramaz, kurnaz, haylaz kimseleri hafif yollu aza-
rama sözü.
Seninki (tatlı) can da, benimki (elinki) patlıcan mı? : Tehlikeli ya da yorucu görüp de yapmaktan kaçındığın işi benim (başkasının) yapmamı (yapmasını) istemen hiç de doğru değildir.* anlamında.
Senli benli olmak : Aralarında çok içten dostluk ilişkisi bulunmak; İçli dışlı olmak.
Sepat havası çalmak (birina) : Onun işine son varmak, onu kovmak (Kars. Volvarrnek.)
Sepeti« pamuğu olmamak : Yeleri i bilgi birikimi olmamak.
Serde kabadaydık var : ‘Kendisi kabadayıdır, kenef sine yakışan dav ranış da budur.” anlamında.
Serden geçmek: Kendini bir davaya, düşünceye adamak
Sere serpe : Açılıp /ayılarak.
Sermayeyi kediye yüklemek: Bir işte bütün parasını yitirmek, zarar
etmek, batmak. Serseri kurşun : bk. Kör kurşun.
Sersem sepet (sepelek) : Uyku sersemliği geçmeden, sersemliği üzerindeyken.
Ser verip sır vermemek : Kendisine söylenilen ve gizli tutulması istenilen bir şeyi her türlü baskı ve tehdide rağmen söylememek, kendi* sine güvenilmek.
Ses çıkarmamak (sesi çıkmamak) : Herhangi bir duruma, şeye itiraz etmemek.
Ses çıkmamak : Bir konuda hiç haber gelmemek.
Ses etmek: Seslenmek, çağırmak.
Sesini kesmek (birinin) (biri): -1. Onu artık konuşturmamak. -2. Bir
kimse, konuşmasına son vermek, artık konuşamaz olmak.
Ses (seda) çıkmamak (birinden, bir şeyden) : Herhangi bir kimse den ya da yerden bir haber ya da tepki gelmemek.
Sesi soluğu çıkmamak : Hiçbir şey söylememek.
Ses vermemek : Çağrıldığı, bir şey sorulduğu halde konuşmamak.
Set çekmek (bir şeye) : Ona engel olmak, önlemek.
Sevda çekmek : Bîr kimseye karşı büyük bir sevgi beslemek.
Sevdasna düşmek : Bir şeyi elde etmek, gerçekleştirmek İçin var gücüyle çalışmak.
Seyirci kalmak : Bir olay, durum karşısında tepki göstermemek.
Sıcağı sıcağına : Tam vakti îken , vakit geçirmeden.
Sıcak kanlı: İyi dostluk kuran, cana yakın (kimse).
Sıcak yüz göstermek (birine) : Ona yakınlık, dostluk göstermek.
Sıçana dönmek: Çok ıslanmak.
Sıçan düşse başıyanar : “0 yerde (evde) yiyecek ve kullanılacak hiç bir şey kalmamış.” anlamında.
Sıçtı Cafer bez getir (antamazsm tez getir): ‘Olmayacak bir söz söyleyip ya da davranışla bulunup durumu kötüleştirdi, bunu hemen düzeltmek gerek.” anlamında.
Sıfıra sıfır elde var sıfır (hiç): “Bu kadar çaba, emek hiçbir işe yaramadı.” anlamında yazıklanma bildirir.
Sıfırdan başlamak : Bir işe sadece kendi olanaklarına güvenerek başlamak,
Sıfırı tüketmek: -1. Bütün parasını harcamış olmak. -2. Gücü kalmamak.
Sıkboğaz etmek (birini): Bir işi yapması için düşünmesine, hazırlık
yapmasına fırsat vermemek, onu sıkıştırmak
Sıkı durmak: Durumunun sağlamlığını korumak, dayanıklı olmak.
Sıkı fıkı: Birbiriyle yakın dostluk ilişkileri için bulunan (kimseler).
Sıkıntı basmak (birini): Sıkılmak, bunalmak. (Kars. İçi daralmak.)
Sıkıntı çekmek:-1. Geçim zorlukları içinde olmak; meşakkat çekmek. -2. Ruhsal yönden tedirginlik içinde olmak.
Sıkıntıya düşmek : Parayla ilgili herhangi bir konuda, özellikle geçim
konusunda zorluk içinde olmak
Sıra dayağı: Birçok kimseye birbiri ardınca birer birer dayak atma.
Sıralı sırasız: Yer ve zaman uygunluğu gözetmeden.
Sırası düşmek: Bir iş için uygun zaman ve ortam oluşmak.
Sırası gelmek : Uygun zaman ve ortam doğmak.
Gerekirse, durum gerekli kılarsa.
Sırasını getirmek : Uygun zamanını bulmak.
Sır küpü : Pekçok insanın sırrını bilen, fakat bunları hiç kimseye söyle meye n kişi için kullanılır.
Sırra kadem basmak : Bir kimse, ortalıktan yok oluvermek, hiç kimse
onu görmez olmak.
Sırt çevirmek (birine) (bir şeye): -1. Artık onunla ilgilenmez, ona yardım etmez duruma gelmek; arka çevirmek-2. Onu değersiz, geçer siz görmek.
Sırtı kaşınmak: Dayak yemeği hak etmek.
Sırtından sımak {birini, bir şeyi) : Onur sorumluluğunu üzerine almamak
Sırtından çıkarmak (bir şeyi birinin) : Bulur giderleri ona (onlara)
ödetmek yüklemek.
Sırtından geçirmek (birinin): Bütün giderlerini onun kadanandan
sağlamak, onu sömürmek
Sırtından [pare) kazanmak : Onun olanaklarını kullanarak para kazanmak.
Sırtında yumurta küfesi yok ya : ‘Herhangi bir işte, verdiği sözden caymakta hiçbir sakınca görmüyor.” anlamında; arkasında yumurta küfesi yok.
Sırtını dayamak (birine) : Para, nüfuz vb. yönlerden güçlü bir kimsenin koruyuculuğuna güvenmek; arkasını dayamak.
Sırtı pek : -1. Kalın elbise giymiş olan (kimse). -2. Güçlü bir kimsenin
koruyuculuğunda olan (kimse); arkası pek.
Sırtı yere gelmemek : Yenilmemek; arkası yere gelmemek.
Sırtı yufka : ince elbise giymiş olan (kimse); arkası yufka.
Sırt sırta vermek : Bir konuda işbirliği yapmak, dayanışmak; arka ar kaya vermek.
Sırt üstü : Sırtı yere gelecek biçimde; arka üstü.
Sıtma görmemiş : Gür ve kalın ses için söylenir.
Sidik yarışı: Herhangi bir kon udu onunla gereksiz yere yarışma, üs tünlük elde etmeye çalışma.
Siktir et: “Kov! kovala! defet” -2. “Aldırma, önem verme.” anlamında.
Siktirip gitmek : İstenmeyen kişi, kendiliğinden defolup gitmek.
Silah atttna almak (birini) : Onu askerlik görevine başlatmak.
Silah çekmek (birine) : Öldürmek, yaralamak, korkutmak gibi amaçlarla silahı ona doğru yönelmek.
Silahlar konuşmak : Silahlı çatışmaya girişmek, silahlı çatışma başlamak.
Sil baştan : “Olmadı, bir kez daha yeniden başlayalım.” anlamında.
Silip süpürmek : -1. Bir yerdeki yiyecek ve İçeceklerin tümünü yiyip
içip bitirmek. -2. Bir yerdeki bütün eşyaları alıp götürmek.
Sineimillete dönmek : Resmi görevlerini bırakıp halktan biri olarak siyaset yapmaya başlamak.
Sinek avlamak : -1. İşi gücü olmadığı için bomboş oturmak -2. İşyeri
sahibi müşteri gelmediği için boş oturmak.
Sinekkaydı tıraş : Yüzde uzamış durumda hiç kıl bırakmaksızın özenerek olunan, yaptırılan tıraş.
Sinekten yağ Çıkarmak: En olmayacak yerden bile bir çıkar elde etmek için uğraşmak
Sineye çekmek (bir şeyi): Bir zararı, kötü davranışı ya da sözü iste meye istemeye kabullenmek
Sinirin» dokunmak : Bir durum, kimse, şey herhangi bir yönüyle, özelliğiyle birinin sinirlenmesine yol açmak
Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek, ağlamak ya da bağırmak
Sinirleri gergin olmak: Herhangi bir şeye çok sinirlenmiş olmasına karşın tepki göstermemek, ya da sinirlendirici bir durum karşısında hemen tepki gösterecek durumda olmak
Sinirleri gevşemek (yatışmak): Sakin duruma gelmek sakinleşmek.
Sinir olmak (birine, bir şeye): Ona sinirlenmek öfkelenmek.
Settin sene : Ömür boyu, hiçbir zaman, sonsuza değin.
Sivri akıllı: Başkalarının aklını beğenmeyen, başkalarına ters gelebilecek biçimde düşünceleri olan kimse İçin alay yollu söylenir.
Sivri dilli: Kına, incitici söz söyleyen kimse için kullanılır.
Sizden iyi olmasın : Bir konuşmada, hemen aynı düzeyde sevilip sayı lan kimselerden söz edilirken kullanılan sevgi sözü.
Size (sizlere) ömür (siz sağ olun) : “Sözü edilen kimse öldü, Tanrı sizi daha uzun ömürlü etsin.” antamında avutma sözü.
Soğuk almak : Soğuk havalarda üşüme sonucu hastalanmak
Soğuk duş : Ansızın bildirilen kötü bir haberin yarattığı olumsuz etki.
Soğuk kanlı: En tehlikeli durumlarda bile duygularına hâkim olan, aklını kullanabilme becerisini gösteren (kimse).
Soğuk nevale (neva): İnsanlarla dostça ilişkiler kurmaya yanaşma yan, bu yüzden davranışları sevimsiz karşılanan (kimse).
Soğuk terler dökmek: Zorlu bir durum karşısında korkmak çok etkilenmek
Sokağa düşmek: -1. Her isteyenle belli bir ücret karşılığı cinsel ilişki de bulunabilecek bir kadın durumuna gelmek genel kadın olmak -2. Herkesçe bilinir, konuşulur duruma gelmek
Sokak süpürgesi: Sokak gezmelerini çok seven kimse için söylenir.
Solda sıfır : Hiçbir değeri olmayan, benzerleriyle karşılaştırıldığında
değersiz olduğu anlaşılan şey için kullanılır.
Sol taralından kalkmak : İşleri ters gitmek, aksilik çıkarmak; ters tarafından kalkmak.
Soluğu (bir yerde) almak: Herhangi bir kötü ya da iyi durumda he men oraya gitmek
Soluğu kesilme : -1 Nefes alıp veremez duruma gelmek. -2. Gücü kuvveti iyice azalmak, tükenmek
Soluk almak : Soluğu ciğerlerine çekmek; nefes almak. Rahat yaşamak; nefes olmak.
Soluk aldırmamak (birine) : Dinlenmesine, başka bir şeyle uğraşma sına fırsat vermeden çalıştırmak nefes aldırmamak.
Soluk kesmek: Çok güzel heyecan verici olmak; nefes kesmek.
Soluk soluğa : Koştuğu için sık sık soluyarak; nefes nefese.
Sol yapmak : Arabanın direksiyonunu sola çevirmek.
Son kozunu oynamak: Herhangi bir konuda istediğini elde etmek üze re elindeki son olanağı da kullanmak
Son nefesini vermek: ölmek.
Sonradan görme: Belli bir dönemde yoksul olup sonradan zenginliğe kavuşan, fakat zenginlere özgü davranış biçimlerinde aşırılığa kaçan (kimse). .
Son sözünü söylememek (söylememiş olmak) : Elinde hâlâ kullana bileceği olanaklar bulunmak.
Sonunu almak (bir işin) : O işi bitirmek.
Sonunu getirmek: İyi başladığı bir işi başarıyla bitirmek.
Sopa atmak (çekmek) (birine): Onu dövmek; dayak atmak.
Sopa yemek (birinden): Dövülmek; dayak yemek.
Sorguya çekmek (birini): Sanık ya da tanık durumunda olan kimse ye bir suçla ilgili çeşitli sorular sormak; sorgulamak.
Sorma gitsin : ‘Anlatması çok güç, tahminlerin çok ötesinde.” anlamın da.
Sorumlu tutmak (birini) : Onu sorumlu saymak; mesul tutmak.
Soylu soplu : Eski, köklü, tanınmış bir aileden gelen (kimse). Soyunup dökünmek: Üstündekileri çıkarıp daha rahat bir kıyafet giymek.
Soyup soğana çevirmek (birini, bir yeri): -1. Hırsız, bir kimsenin ya da bir yerin bütün parasını, değerli eşyalarını alıp götürmek. -2. Bir satıcı ya da iş yapan kimse müşterisinin ya da iş yaptıran birinin bü tün parasını çekmek.
Sökün etmek: Birçok kimse ya da şey birbiri ardınca gelmek.
Sövüp saymak: Bir kimse hakkında küfür, kötü söz, beddua gibi sözleri peş peşe söylemek.
Söz açmak (bir şeyden, birinden): .Onun hakkında konuşmaya başlamak; laf açmak.
Söz ağzından dirhemle çıkmak : Pek konuşkan olmamak, çok az konuşmak; laf ağzından dirhemle çıkmak.
Soz almak (birinden): -1. Bir kimsenin bir işi yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak. -2.Bir toplantıda, sınıfta ilgili kimseden konuşmak amacıyla izin almak. .Erkek tarafı, çocuklarıyla evlendirmeyi istedikleri kızın ailesinden “evet, peki, kabul’ biçimindeki vaadi almak.
Söz anlamamak : Dik kafalı inatçı olmak; laf anlamamak.
Söz aramızda : bk Laf aramızda.
Söz bir Allah bir : ‘Tanrı’nın birliğine nasıl inanıyorsanız verdiğim sözü yerine getireceğime de öylece inanınız!’ anlamında.
Söz birliği etmek : bk Ağız birliği etmek.
Söz çıkmak : bk Laf çıkmak.
Sözde kalmak : Bir iş, yapılacağı önceden kesin olarak belirtildiği hal de yapılmamak; lafta kalmak.
Sözden anlamak: bk Laftan anlamak.
Söz dinlemek, (tutmak): Bir öğüde, uyarıya uygun davranmak; laf dinlemek.
Söz düşmemek (birine): bk Laf düşmemek.
Söz geçirememek (birine): Ona her söylediği sözü yaptırabilecek güç ve etkinlikte olmamak; laf geçirememek.
Söz gelmek (birine): Bir kimse, bir söz ya da davranışından ötürü eleştiriye uğramak; laf gelmek.
Söz getirmek (birine): Bir kimseye söz gelmesine yol açacak davranışlarda bulunmak; laf getirmek
Söz götürmez: Doğruluğu tartışmasız bir biçimde herkesçe kabul edilen şey için söylenir.
Söz işitmek : bk Laf işitmek.
Söz kaldırmamak : bk Laf kaktırmamak.
Söz kesmek : Erkek ve kız tarafınca evlendiriIeceği konusunda kesin söz verilmek
Söz olmak: Genellikte hoş karşılanmayan herhangi bir söz, davranış vb. hakkında dedikodu yapılmak; laf olmak.
Söz sahibi olmak: Bir konuda bilgi, beceri vb. üstünlükleri nedeniyle konuşma yetkisi bulunmak
Söz tutmak : bk Söz dinlemek.
Sözü açılmak: Bir konu hakkında konuşulmaya başlanmak; lafı açılmak
Sözü ağzına tıkamak : bk Lafı ağzına tıkamak.
Sözü figanda bırakmak : Söylemekte olduğu bir şeyi bitirmesine fır sat vermemek; lafı ağzında bırakmak.
Sözü ağanda gezelemek : bk. Lafı ağzında gevelemek
Sözü bağlamak : Herhangi bir konuda yapılan konuşmayı sonuçlandırmak; lalı bağlamak,
Sözü çevirmek : bk. Lafı çevirmek.
Sözü (bir şeye) getirmek : Konuşmayı asıl anlatmak istediği şeye doğru yöneltmek; lafı (bir şeye) getirmek
Sözü (sözünü) kesmek : -1. bk. Söz kesmek. -2. Anlattıklarını bitirme den konuşmayı bırakmak; lafını kesmek.
Sözüm meclisten dışarı (sözüm yabana) : “Burada kullanacağım ya kışıksız sözlerden Ötürü özür dilerim, ayrıca bu sözlerim buradakiler-le ilgili değildir.” anlamında.
Sözüm ona : Sanki, güya, sözde. ,
Sözü mü olur: bk. Lalı mı otur.
Sözüm yabana : bk. Sözüm meclisten dışarı.
Sözünde durmak : Herhangi bir konuda verdiği sözü kesinlikle yerine getirmek; lafında durmak.
Sözünden çıkmamak (birinin): Çeşitli yönlerden bağlandığı bir kimsenin bütün sözlerine ve İsteklerine uygun davranmak; lafından çıkmamak.
Sözüne gelmek (birinin) : En sonunda o kimsenin sözlerinin doğruluğunu anlamak; lafına gelmek.
Sözünü (lafını) balla kestim : “Sözünüzü kesmemi hoşgörü ile karşılamanızı rica ederim.” anlamında.
Sözünü bilmek : bk. Lafını bilmek.
Sözünü esirgememek (sakınmamak) : Bir kimse kendisi ya da başkaları için sakıncalı olabileceğini hesaba katmaksızın düşündüklerini söylemekten çekinmemek; lafını esirgememek (sakınmamak).
Sözünü etmek : O şey hakkında konuşmak, o şeyden bahsetmek; lafını etmek.
Sözünü geri almak : Söylediklerinin hoş karşılanmadığını görüp, doğru olmadığını kabul etmek ve söylenmemiş sayılmasını istemek; lafını geri almak.
Sözünü kesmek: Konuşmasını bitirmesine fırsat vermemek; lafını
kesmek.
Sözünün eri (olmak): Herhangi bir konuda vermiş olduğu sözü her ne pahasına olursa olsun yerine getiren (bir insan olmak); lafının eri (olmak),
Sözünü tutmak : -1. Herhangi bir konuda verdiği sözü tam olarak yeri ne getirmek -2. Saydığı, sevdiği ya da herhangi bir nedenle bağlı olduğu birinin öğüt, eleştiri v« uyarısına uygun davranmak.
Sözü yabana atmamak : bk. Lafı yabana atmamak.
Soz vermek (birine, bir şeye): Herhangi bir şeyi yapacağını kesin olarak söylemek.
Soz yok : bk. Laf yok.
Sucuk gibi ıslanmak (olmak) : Giysi ya da vücut terden ya da sudan
iyice ıslanmak.
Suç işlemek: Suç sayılacak bir davranışta bulunmak.
Sudan cevap (bahane) : İnandırıcı olmayan, üstünkörü cevap (baha ne).
Sudan çıkmış balığa dönmek : Çok şaşırmak, ne yapacağını bilemez
duruma gelmek.
Sudan ucuz : Çok ucuz.
Su dökmek : Çiş yapmak, işemek; küçük aptesini yapmak.
Su gibi akmak: -1. (Para, yiyecek, İçecek) Çok bol kullanmak. -2. Zaman çok hızla geçmek.
Su gibi bilmek (okumak) (bir şeyi): Bir konuyu yanlışsız ve duraksamadan anlatmayı (okumayı) öğrenmiş olmak.
Su gibi ezberlemek (bir şeyi) : Bir metni, dersi, konuyu yanlışsız ve hızlı okuyabilecek ölçüde ezberlemek.
Su gibi gitmek : (Para) Bol bol harcanmak.
Su götürmez: Başka biçimde yorumlanamayan, tartışmasız şey için
söylenir.
Su götürür yeri olmamak : Başka türlü yorumlanabilecek bir yönü olmamak.
Su İçinde : (Bir şeyin fiyatı için) En azından, kolaylıkla.
Su içinde kalmak : -1. Çok terlemek, -2. Çok ıslanmak.
Su katılmamış (katılmadık) : Gerçek niteliklerini koruyan, bozulmamış olan, katıksız, saf.
Su koyuvermek : Verdiği sözden caymak, cıvıtmak.
Suttani tembel: Çok tembel kimse.
Sultanahmet’te dilenip, Ayasofya’da sadaka vermek: bk. Ayasofya’da dilenip, Sultanahmet’te sadaka vermek.
Surata bak, süngüye davran : “Suratı öyle asık, bakışları o denli sert ki, insan Kendini bir düşman karşısında sanıyor.” anlamında.
Surat asmak : Beğenilmeyen bir durum karşısında kaşlarını çatıp yüzüne somurtkan bir anlam vermek somurtmak.
Surat bir Karış : Öfkeli, suratını asmış, dargın duran kimse için söylenir.
Surat etmek (birine} : Ona asık surat göstermek, dargın durmak.
Suratına bakanın kırk yıl işi ras1 gitmez: Uğursuzluğu yüzünden bel li olan kimse için söylenir.
Suratından düşen yüz (bin} parça : bk Yüzünden düşen yüz parça.
Suratını çarşamba pazarına çevirmek : iyice dövmek, yüzünü gözü nü kan içinde bırakmak.
Suratını ekşitmek (buruşturmak) :bk. Yüzünü ekşimek.
Surat (değil) mahkeme duvarı: Hiç gülmeyen, asık suratlı kimse için söylenir.
Sus payı: Bildiği bir şeyi söylememesi İçin bir kimseye verilen rüşvet susmalı k.
Suspus olmak : Herhangi bir uyarı, tehdit, ya da tehlike karşısında se sini çıkaramamak.
Susta durmak: -1. Köpek arka ayaklarının üzerinde kalkarak ve ön ayaklarını göğüs hizasında hafifçe bükerek durmak. -2. Bir kimse, nüfuzlu ya da güçlü bir insanın karşısında korku ve saygı ile durmak, çekingen davranmak.
Sustaya kalkmak: Köpek susta durmak üzere arka ayakları üzerine kalkmak
Suya götürüp susuz getirmek (biri, başkasını) : Bir kimseden daha akıllı olmak, o kimseyi kolayca aldatabilecek kadar kurnaz olmak.
Suya sabuna dokunmamak: Hiç kimseyi rahatsız etmeyecek, hiçbir sorun yaratmayacak bir yol izlemek, kendisine zarar gelmeyecek biçimde davranmak.
Suyu baştan (başından) kesmek : Bir işi, sorunu ayrıntılarını konuş maya gerek duymadan temelinden çözmeye çalışmak.
Suyu bulandırmak : Yolunda giden bir işin bozulması için girişimde
bulunmak.
Suyu görmeden paçaları sıvamak: bk. Dereyi görmeden paçaları sıvamak.
Suyu ısınmak (kaynamak) (birinin): Bir kimsenin şu ya da bu neden le görevinden uzaklaştırılması (yada öldürülmesi) yakınlaşmak.
Suyu mu çıktı? (bir yerin): “Bu yerin beğenilmeyecek nesi var ki kalmak istemiyorsun?” anlamında.
Suyu nereden geliyor? ; bk Değirmenin suyu nereden geliyor?
Suyun başı: En çok kazanç ve yarar sağlayan yer, mevki vb .
Suyuna gitmek: Söz ve davranışlarını o kimsenin istek ve eğilimlerine uygun biçime getirmek.
Suyunu çekmek : Özellikle para harcana harcana tükenmek.
Suyunun suyu : bk. Tavşan suyunun suyu.
Su yüzü görmemiş : Hiç yıkanmamış, çok kirli.
Su yüzüne çıkmak: Bir gerçek, tutum, düşünce vb. bilinir duruma gelmek.
Süklüm püklüm : Utanıp sıkılarak ya da korkup çekinerek.
Sünger çekmek (geçirmek): Herhangi bir kötü, sevimsiz şeyi olmamış kabul edip unutmaya çalışmak.
Süngüsü düşük: Keyfi, neşesi bozuk (kimse).
Sünnet etmek (birini) (bir şeyi) : -1. Erkelerin cinsel organının ucundaki sarkık deriyi kesmek. -2. Bir şeyi, bir bölümünü kesip vermek.
Sürçülisan etmek: Dili sürçmek, sözcükten yanlış söylemek.
Sürek (sürgün) avı: Birçok avaran katılmasıyla çoğu kez at üzerinde avı kuşatarak yapılan avlanma biçimi.
Sürgit yapmak (bir şeyi): Onu sürekli olarak yapmak.
Sürgün avı: bk. Sürek avı.
Sürmeyi gözden çekmek: bk. Gözden sürmeyi çekmek.
Sürüncemede bırakmak (bir işi): O işi herhangi bir nedenle sonuçlandıramamak
Sürüncemede kalmak (bir iş): O iş bir türlü sonuçlanamamak.
Sürü sepet: Birçok kimse ya da şey.
Sürüsüne bereket: “Pek çok, pek bol.” anlamında.
Süsleyip püslemek (birini, bir şeyi): Onu çok süslemek.
Süsü vermek (bir şeye, kendisine, bir şey) : Herhangi bir şeyde ya da kendisinde, belirli bir nitelik varmış gibi göstermek.
Süt dökmüş kedi gibi: Suçlularınki gibi telaş ve korku içinde.
Süt kuzusu : -1. Henüz kuzu iken kesilen kasaplık hayvan. -2. Küçük çocuk. -3. Çok nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş kimse.
Sütliman olmak (ortalık): Bir yer, ortalık sessiz, sakin, kavgasız çekişmesiz duruma gelmek.
Sütü bozuk: Soysuz, aşağılık (kimse). (Kars. Tüyü bozuk.)
Sütüne havale etmek: Bir işi yapıp yapmamasını onun vicdanına, ah lakına bırakmak.
Sütüne kalmak: Bir şeyi yapıp yapmamak onun insanlığı, namusu, ahlakı ile ilgili olmak. (Kars, İnsafına kalmak.)