Hz. Ömer (r.a.) de konumuzla ilgili şöyle bir olayı nakletmektedir: “Bir gün izin alarak Hz. Peygamber’in huzuruna girdim. Baktım ki üzerinde oturduğu hasır vücudunda iz bırakmıştır. Çevresinde bir avuç arpa, deri bir kırba ve bir miktar selem yaprağı bulunuyordu. Bu manzarayı görünce ağlamaya başladım. Bana; ya Ömer niçin ağlıyorsun? Dedi. Ben de, ey Allah’ın elçisi nasıl ağlamayayım? Şu hasır, vücudunda iz bırakmış. İçinde bulunduğun odada da fazla bir şey yok. Halbuki Kayser ile Kisra ırmakların kenarında, meyveler içinde yaşıyor. Fakat siz Allah’ın elçisi olduğunuz halde bu mütevazı ortamda yaşıyorsunuz. Bunun üzerine Allah’ın Resulü doğruldu ve şöyle dedi. “Ya Ömer, dünya nimetlerinin onlara, ahiret nimetlerinin de bize ait olmasına razı değil misin?” buyurdu. (Müslim, Talak, 5.)
Sadelik ve samîmiyet, Rasûl-i Ekrem Efendimizin yüksek seciyesinin (karakterinin) başlıca iki vasfını teşkil ederdi. Peygamberimiz gayet sade yaşar, gayet sade giyinir, gayet sade yemekler yerdi. Bulduğunu yer, bulduğunu giyer, yer üstünde oturmaktan çekinmezdi. Her şeyde sadeliği tercih ederdi. Kendisine güzel bir yemek verilse ona iştirak eder fakat, umumî olarak, bir türlü yemekten fazla yemezdi.
Peygamberimiz, zevkler içinde yaşamaktan hoşlanmazdı. Esas vazifeyi ihmale sebep olması bakımından, başkalarının zevklere dalmalarını da yasaklardı. Kendisinin devamlı olarak giydiği, keçi kılından örme elbiseydi. Son nefesini de böyle elbise içinde vermiştir. (Sahihi Buharı, - Asrı Seâdet, C. 2,‘ S. 918.)