Rabbimize binlerce hamd-ü sena olsun, yarın Ramazan’a kavuşuyoruz. Artık bundan sonra bir ay boyunca, bütün hüzün ve sevinçlerimiz içinde cennet kokulu bir güzellik var. Seni seviyoruz ey Ramazan! Bu yıl da hoş geldin evimize, sokağımıza, şehrimize, ülkemize ve dünyamıza.
Bu gece sahura kalkıyoruz. Evet, sahuru, mukabelesi, iftarı, teravihi, fitresiyle bizi dolu dolu bir ay bekliyor. Bu vesileyle bu haftaki yazımızı Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’in sahur ve iftarlarına ayıralım istedik. Acaba Efendimiz sahur ve iftarları, kısacası Ramazan’ı nasıl yaşıyordu?
Kaynaklarımıza baktığımızda Peygamber Efendimiz’in sahura kalktığını ve “Bir yudum suyla olsun sahur yapın...” (Umdetu’l-Kârî 8/ 70) buyurarak biz ümmetini sahur yapmaya teşvik ettiğini görüyoruz. Başka bir hadislerinde ise Peygamberimiz, “Sahur yapınız, zira sahurda bolluk-bereket vardır.” (Buhârî, Savm 20) buyurarak dikkatlerimizi sahurun bereket yönüne çekiyor. İsterseniz hadiste altı çizilen “bereket” ifadesini biraz açalım:
1. Bereket, az olan yiyeceğe oruca yardımı olacak şekilde kuvvet bahşetmektir. Efendimiz’in: “Bir yudum suyla, bir hurma tanesiyle de olsa...” buyurması buna işaret eder.
2. Bereketten maksat, sorumlu tutulmamaktır. Nitekim Hz. Ebû Hüreyre’den rivayet olunan bir hadiste: “Üç şey vardır ki bunlar üzerine kul hesaba çekilmez. Sahur yemeği, iftar yemeği ve din kardeşleriyle birlikte yenilen yemek” buyrulmuştur.
3. Bereketten murâd, oruç, mukabele vs. gibi gündüz amellerine kuvvet kazanmaktır.
Yine kaynaklarımıza baktığımızda Efendimiz’in sahuru geciktirdiğini, imsak vaktinin sonuna doğru yaptığını ve ümmetine de böyle yapmalarını tavsiye ettiğini görüyoruz. (Buhârî, Savm 17)
Soframız herkese açık olsun!
Peygamber Efendimiz, iftar vakti geldiğinde önce birkaç lokma ile orucunu açıyor, sonra akşam namazını ashabıyla beraber kılıyordu. Sahabeden Hz. Enes bin Mâlik anlatıyor: “Resûlullah, orucunu namazdan önce, birkaç yaş hurma ile yaş hurma bulamaz ise kuru hurma ile onu da bulamazsa birkaç yudum su içerek açardı.” (Tirmizî, Savm 10)
Nebiler Serveri, orucunu hurma veya su ile açıyordu. Hurma ve su tercihlerini kış mevsiminde hurma, yaz ve sıcak mevsimlerde su şeklinde yorum getirenler de olmuştur. Efendimiz, iftarda özel bir yiyecek aramaz, ne varsa onu yerlerdi. Zaman zaman “sevik” denilen bir çeşit çorba ile iftar ediyorlardı.” (Buhârî, Savm 33)
“Ey İnsanlar! Sofranız herkese açık olsun, çokça ikram edin. Böylece selametle Cennet’e girersiniz!” (İbn Mâce, Et’ime) buyurarak ikramı teşvik eden Efendimiz, Ramazanda oruçlulara iftar verilmesi hususunda ümmetine çağrıda bulunuyor: “Bir oruçlunun iftar etmesini sağlayan kimseye, oruçlunun sevabı kadar sevap vardır hem de oruçlunun sevabından bir şey eksilmemek üzere.” (Tirmizî, Savm 81)
Kısaca O, Ramazan’da kulluk ve dua yoğunluğu içerisinde olurdu. Fakir fukarayı gözetir, ihtiyaç sahiplerine infakta bulunurdu. Ramazan’da sergilediği bu güzellikleri Ramazan’dan sonrasına taşır ve bunu ümmetine tavsiye ederdi.
Sizi Ramazan sayfamıza bekliyoruz
Bu sene de sizler için beğeneceğinizi umduğumuz bir Ramazan sayfası hazırladık. Sayfamıza her gün dört halifeden (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) birini konuk edecek, onların örnek hayatlarından kesitler sunacağız. Bununla birlikte sayfamızı renklendirecek olan “bir dua”, “altın öğütler”, “hadis bahçesi” ve “bir nükte” köşelerimiz eminiz ki size farklı bir Ramazan yaşatacak.
Evet, bu gece sahura kalkıyoruz. İçimiz kıpır kıpır. Artık bundan sonra bir ay boyunca, bütün hüzün ve sevinçlerimiz içinde Cennet kokulu bir güzellik var. Seni seviyoruz ey Ramazan! Bu yıl da hoş geldin evimize, sokağımıza, şehrimize, ülkemize ve dünyamıza...
SÖZÜN ÖZÜ
1.Peygamber Efendimiz, biz ümmetini sahur yapmaya teşvik ediyor.
2.İftar sofralarımızı herkese ve her kesime açmalıyız.
3.Bu seneki Ramazan sayfamız da dopdolu olacak.
BİR SORU BİR CEVAP
Ramazan ayı bize ne öğretir?
Ramazan ayı, yemek-içmek-uyumak gibi nefsin arzu ettiği şeylere karşı tavır belirleyerek, bunları ihtiyaç ölçüsünde ve şükür duyguları içerisinde gidermek suretiyle hayatı disipline etmeyi öğretir. Nefsanî isteklere karşı kalp ve ruh atmosferine sığınarak, vicdanı harekete geçirip iradeyi güçlendirerek sürekli istikamet üzere olabilmeyi ders verir. Ramazan-ı şerif, insanın en zayıf damarlarından biri olan yeme-içme isteğini sınırlamayı ve kontrol altında tutmayı sağlar. Adeta bir beslenme disiplini talim eder.
Ramazan bizi eğitir
Bu mübarek ay boyunca tutulan oruç, yemek vakitlerini belirleme, israftan ve mideyi tıka-basa doldurmaktan kaçınma, hem beden hem de ruh sağlığına zarar veren şeylerden uzak durma ve aynı zamanda mutlaka helâl dairesinde kalarak harama asla el uzatmama hususlarında alıştırmalar yaptırır.
Hakla münasebetin önemli bir şiârı da Kur’an okumak, dua dua Cenâb-ı Allah’a yalvarmak ve sürekli O’na teveccühte bulunmaktır. Ne var ki, Kur’an-ı Kerim’in işlemeli sandıklar ve ipekten kılıflar arasındaki hapsine son verip onu dil ve gönüllere şeker-şerbet yapmak da pek çokları için bir mânâda ancak Ramazan’da mümkün olmaktadır. Bu kutlu ay, damaklara bir Kur’an tadı çalmakta ve insanlara bir evrad ü ezkar disiplini de aşılamaktadır.
ÖRNEK HAYATLAR
Bugünün Ramazan’ın ilk günü olduğunu niye söylemedin?
Kıssa bu ya, yaşlı bir çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: “Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık.” Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam cebindeki çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra babasından kalan Kur’an’ını okumaya koyulurdu.
Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı.
Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı hemen koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken:
“Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi.” Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan. Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.
Ağaç meyve vermiyordu!
Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense bir şey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.
Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Bir şey hatırlamıştı. Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken: “Canım” dedi, hıçkırıp ağlayarak.
“Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan’ın ilk günü olduğunu?”
Vefa umulan yerden ihanet ve cefa görmek ne acı!
Bir imtihanlar zinciridir hayat baştan başa. Tâ çocukluktan başlar insanoğlu için imtihanlar. Ve ruh bedenden ayrılacağı âna kadar da devam eder durur. Çeşit çeşittir imtihanlar ve bütün bir hayat boyu, değişik boy ve derinlikte devam eder dururlar: Okula alınma imtihanı, sınıf geçme imtihanı, okul bitirme imtihanı; evlâdın babadan, babanın evlâttan bulma imtihanı ve daha bir sürü imtihan.
Bir de düşmanın amansızlığı ve insafsızlığı yanında, vefasız dostların eliyle çekilen imtihanlar vardır ki; doğrusu dayanılması en güç olan imtihan da işte budur. Zira düşmanın hasımca vaziyeti, insanlık ve mürüvvetle telif edilmese bile, düşmanlık mantığına uygundur. Hatta düşünce yapısı, dünyaya bakış keyfiyeti ve değer hükümlerindeki farklılıklar çoğaldıkça da bu husumetin artması-aynı mantıkla-tabii görülebilir.
Sabırla koşturmaya devam
Ne var ki, aynı kader çizgisinde kavga verenlerin, aynı duygu ve düşünceleri paylaşanların kıskançlık ve rekabet hissiyle, gammazlamalara düşmeleri, katiyen akıl ve mantıkla telif edilemez. Hele insanlık ve mürüvvetle asla!..
Evet, böyle vefa umulan bir yerden ihanet ve cefa görmek, hem acı hem de oldukça düşündürücüdür. Ama neylersin ki; aldatmanın akıllılık, saplantıların sadakat, bağnazlığın muhafazakârlık sayıldığı bir dünyada, böylesi imtihanlar eksik olmayacağından, bilip dayanmadan başka da çare yoktur. Evet, fert olarak, aile olarak ve toplum olarak bize düşen,
“Gelse celâlinden cefa/Yahud cemâlinden vefa/İkisi de câna safâ/Lütfun da hoş kahrın da hoş” ümitsizliğe ve yılgınlığa düşmeden inanmış olduğumuz yolda yürümeye devam etmektir.
BiR AYET
“O Ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’an o ayda indirildi. Artık sizden kim Ramazan ayının hilâlini görürse, o gün oruca başlasın. Hasta veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar...” (Bakara, 2/184-185)
BiR HADiS
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar: “Ey insanlar! Büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi. Bu öyle bir aydır ki içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır... Bu ay insanların birbiriyle yardımlaşma ayıdır, bu ay mü’minlerin rızkını arttıracak aydır...”