Bir İslam ülkesi olarak maalesef ki Batı toplumlarının problemlerinden kendimizi koruyamamışız. Sadece azıcık daha iyiyiz. Fakat onların boğuştuğu dertlerle bizler de boğuşmak zorunda kalıyoruz.
Oysa bizim, mükemmel bir dinimiz var; bizi o sıkıntılardan koruyacak. Dinimizin yeterince kıymetini bilmediğimiz ve teknoloji olarak bizden ileride olan batı uygarlığına hayranlığımız sebebi ile onların mikroplarını ve hastalıklarını bizler de alıyoruz.
Batı toplumlarında aile kurumu çöküyor. Evlilikler çok azaldı, boşanmalar çok arttı. İnsaflı uzmanların tespitlerine göre bunun en önemli sebeplerinden biri, özgür yetiştirilen “Ben Nesli” diye tanımlanan bireyler. Batılıların son elli yılda, özgür bireyler, yetiştirmek adına çocuk yetiştirme metotlarını değiştirmiş olmaları aile kurumunun çöküşünü hızlandırmış.
Bunun sebebi bir rivayete göre, öz saygısı yüksek çocuklar yetiştirerek pek çok ruhsal ve toplumsal probleme çözüm bulmak. Başka bir rivayete göre ise bireyleri özgürlük kisvesi altında kapitalist sisteme hizmet ettirmek. Vardır belki başka niyetleri de. Niyetleri her ne ise gelinen noktada öz saygısını yükseltmeye çalıştıkları çocuklardan; kendine tapan, narsist-ben merkezci, bir nesil ürettiler.
Kişisel gelişim kursları ve kitapları ile önce aileler ele alındı. Sonra bu aileler çocuklarını hak etmediği bol takdirle, kuralsız ve özgür yetiştirdiler. Tabii özgürlüğü sadece ailelerin eline bırakmak olmazdı. Propagandayı yoğun yaptılar. Medya ve film sektörü de bu amaca hizmet etti.
O yıllardan bu güne batıda çekilen ve bize de gelen dizilerin, filmlerin pek çoğunun verdiği mesaj; toplum değerlerine baş kaldırmak, kurallara uymamak, özgür olmak, hayallerinin peşinden gitmek ve ne ile mutlu oluyorsan onu yapmak. Tabii özellikle gençlere hitap eden bu filmlerde hayallerinin peşinden gidenler, istediklerini elde ederler ve film mutlu sonla biter.
Reklam sloganları da aynı şekilde, o yıllardan günümüze neredeyse aynı sloganlar kullanılıyor: “Sen buna değersin, sen özelsin, kendin ol, kendini şımart, özgür ol, kendine güvenen kazanır…” Ürün değişiyor, zaman değişiyor, reklam değişiyor fakat çocukluğumuzdaki sloganlar neredeyse hiç değişmiyor.” Kısacası nefsinin peşine düş, nefsini şımart” Nefisperestlik ve zevkperestlik. Birey olmanın şartları olarak sunuluyor. Tabii olmazsa olmaz şartı özgürlük. Bunları yapmak için özgür olman lazım.
Birçok farklı yerde “birey “kelimesini duyuyorum. “Ben bir bireyim” diyen kişi bu cümleyle özgürlük vurgusu yapıyor. Aslında bireyselleşme özgürleşme demek değildir. Bireyselleşme kendi özgürlüğünüz için başkalarının özgürlüğüne engel olmak demektir. Özellikle evlilik hayatı içinde.
İki bağımsız, iki özgür birey, evlilik gibi bir bağı nasıl devam ettirebilir?
Böyle bir şey mümkün olamayacağına göre, bir taraf özgür olmakta kararlıysa, diğer taraf özgürlüğünden vazgeçmek zorundadır. Peki kim vazgeçecek?
Bir taraf kendi hayat planını yapar, istek ve arzularını ortaya koyar; diğer tarafa da ona uymak ve eşini mutlu etmek için çabalamak düşer. İki özgür bireyin evliliği gibi bir seçenek olamayacağına göre…?
Zaten kişi bekarken ailesini önemsemeden kendi ihtiyaçlarını ön plana alarak her istediği şeyi yapmaya alışırsa, evlilik hayatı içinde eşinin ihtiyaçlarını dikkate almak, o kişi için bir işkence haline dönüşür.
Kişi özel hayatını kendi isteklerine göre düzenlediğinde bir eşe ne kadar alan kalır? Eşin istekleri bir yabancının istekleri gibi kişiye rahatsızlık verir.
Bu yüzden bireyselleşme yalnızlaşmayı da beraberinde getirdi. Özgür birey,kendinden vazgeçecek, sadece onun için yaşayacak birini nasıl bulsun? Öyle birini bulsa da beğenmeme ihtimali de yüksek.
Evlilik hayatında iki tarafın hem hakkı hem sorumlulukları vardır. O halde özgür bireyler hiç evlenmesinler, niye evleniyorlar? Çünkü insanda sevme ve sevilme arzusu ile bağlanma güdüsü vardır. Özgür bireyler, birbirine zıt olan özgürlük ve bağlılık arasında dengeyi bir türlü yakalayamıyorlar. Bu da onlara mutsuzluk olarak geri dönüyor. Günümüzde boşanmaların altında yatan en önemli sebeplerden biri de bu.
Dinimizin aile ile ilgili hükümlerine baktığımızda ne kadın için ne erkek için özgürlük yoktur. Erkek kavvam olarak ailesinin sorumluluğunu üstlenmek, korumak, kollamak ve geçindirmek zorundadır. Kadın da kocasına saygılı, nezaketli bir eş olmak zorundadır.
Zaten Müslüman olarak özgür bir birey değil, bir olan Allah’ın kuluz, köleyiz. Özgürlüğümüzü seve seve Yaradan’a satmışız.
Kendini özgür zanneden, özgür takılmaya çalışan bireyler de aslında özgür değildirler. Onlar da nefislerinin kuludurlar, kendilerine taparlar, nefislerine teslim olmuş, onun kölesi olmuşlardır.
Özgürlük vurgusu ile verilen “Kendin ol” Kendini sev” “Kendini şımart” felsefesi “Narsist” diye tanımlanan “Haz odaklı yaşayan, kendini beğenmiş, enaniyeti yüksek, başkalarına değer vermeyen…” kısacası kibirli insan tiplerini çoğaltmaktan başka bir işe yaramamıştır.
İyi bir şeymiş gibi sunulan narsistlik, psikolojide “ruh hastalığı” diye tanımlanan “narsist kişilik bozukluğu” na sebeptir ve aslında bir ahlak bozukluğudur. Bu yüzden psikolojide tedavisi yoktur, ancak farkına varıp, ulvi amaçlar gaye edinilirse düzelir. Bireycilik almak üzerine kuruludur; oysa dinimiz; vermeyi, karşıdakini düşünmeyi, iyilik etmeyi emreder.
Biz Müslümanlar olarak “narsisizm” denilen kibirden sakınmak için çok gayret göstermemiz lazım. Kibir, şeytanın Allah’ın rahmetinden mahrum kalmasına sebep olan huyudur. Kişi enaniyete kapıldığında Hak tokadı çabuk gelir. Rabbim cümlemizi korusun.
Müslüman da kendine bakmak zorundadır; fakat bunu kendini şımartmak için değil; Allah’ın ona emanet verdiği beden ve ruh sağlığını korumak, ve ebedi hayata daha iyi hazırlanmak için yapmalıdır.
Oysa “kendine bak, kendini şımart” sloganlarının alt mesajı “haz peşinde koş” dünyanın keyfini çıkardır. Zaten bütün tüketim ürünlerinin reklamlarında haz vurgusu yapılır. Elbette helal dairede Müslüman da haz alacaktır; fakat haz bir amaç olmamalıdır.
“Kendini dinle, kendine değer ver” sloganları “nefsini dinle, onun isteklerinin peşinden koş” alt mesajı ile sunuluyor.
Nefis; yeme, içme, haz alma gibi arzu ve isteklerimizdir. Ölçülü olduğunda bizi hayatta tutar, canı korur, ölçüsüz olursa canımızı burnumuzdan getirir. Bu yüzden nefsimize ne zulmetme hakkımız vardır ne de şımartma. Nefsi kendi haline bırakırsak bizi ele geçirir. Nefis bir at gibidir; dizginleri elimizde olursa işimizi görür, dizginlerini bırakırsak bizi istemediğimiz yerlere götürür, hatta yorulunca biz onu sırtımızda taşımak zorunda kalırız.
Mübarek Ramazan ayı başlıyor. Ümmeti Muhammede mübarek olsun. Nefis terbiyesi için, ahlakımızı güzelleştirmek için en güzel günler. İyi bir kul, iyi bir eş, iyi bir evlat…İyi olmak için çok bereketli bir ay, çok güzel bir fırsat. Rabbim kıymetini bilmeyi nasip etsin.