Yüzyılın başında, tarımsal makineler ülkeye girmeye başlamış, fakat sayı yeterli seviyeye ulaşamamıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başlanan pulluklar, hiçbir zaman karasabanın yerini alamamıştır. Karasaban, döğen ve kağnıdan oluşan bir tarımsal altyapıda, tarımsal üretimi arttırmak mümkün olamamıştır.
Osmanlı Devleti’nde görevli Konsolos Palgrave’nin (Polgrev) 1870 tarihli raporu şu şekildedir: “Tarımsal faaliyete ilişkin her şey en basit ve ilkel durumdadır. Karasaban sadece ucuna demir takılmış birbirine çatılı iki odun parçasından ibarettir. Toprağı çevirmeyip çizen bu aleti bugün ancak Avrupa’nın bazı uzak köşelerinde görmek mümkündür. Sonra toprağı bellemeye yarayan iki çatallı tahta yaba gelir. Ekili toprağı düzeltmek için kullanılan araç, kalın daldan örülmüş bir hasırdır. Ekini kesmekten ziyade koparan kaba bir orakla kör bir çapa başlıca araçlar arasındadır. Tohum toprağa elle savrulur. Harman ise kısmen ekini çiğneyen kısmen de üstünde bir oğlan çocuğunun ağırlık koyduğu, sapları başaktan ayıran ve altında çakmak taşı bulunan düveni çeken öküz ya da atların işidir. Taneler, samandan rüzgâra savrularak ayrılır. Gübre nadiren kullanılır ve asla sistematik ve uygun biçimde verilmez. Sulama, iklim ve toprak koşullarına uygun tarımı kimse duymamıştır.”