Eski adıyla 27 Mayıs İlk Okulunun bahçesinde mart nisan ayının ilk haftalarında öğretmenlerimiz 23 Nisan bayramı için seçmeler yapardı.
Kimler şiir okuyacak? Bayrağı kim taşıyacak? Okulun tabelasını kimler tutacak?
Günler öncesinden bunlar belirlenir. Şiir ve resim yarışmaları yapılır, önce sınıf içinde bir kişi, daha sonra bunlar arasından okulu temsil edecek bir kişi seçilirdi.
Bu hazırlıklar, yarışmalar sayesinde öğrencilerin öz güveni gelişir, yetenekleri ortaya çıkardı. Acizane ben de güzel resim yapardım. En iyi resimler arasında yerini alırdı. Şiir okumada da iddalıydım. Ama genelde öğretmenlerimiz kız arkadaşlarımızı daha doğrusu rakiplerimizi tercih ederdi. Çünkü onlar biraz nağmeli, edalı okurlardı. Böyle iç çekmeler, sızılak sızılak haykırışlar filan, nerdeyse ağlayacakmış gibi okuyuşlarını özeyip dururlardı... Ama olsun yine de bize katkısı olurdu.
Cepheye mermi taşıyan köylü kadınlar, yaşlı erkekler ,sırtında bebeği gelinler, kolu, bacağı ya da başı sargılı askerler... Bütün zorluklara rağmen düşmanla mücadele eden Anadolu insanın fedakarlığını ve cesaretini temsil eden yani kahramanlığını anlatan görüntüler... Köyden bir de gerçek öküzlerle kağnı arabası getirilirdi. Böylece film setinde gibi bir görüntü oluşturarak bütün okul bayram alanına doğru yürüyüş yapardık. Leyla Kökden öğretmenimiz bu konuda pek maharetliydi. O ayarlardı bunları.
Görünüşte basit bir mizansen olsa da o manzara beni çok etkilerdi. Ne kadar zor şartlarda ülkemiz ve insanımız mücadele etmiş, yokluk ve kıtlık içinde zafer kazanmış olduğunu o manzara bizim için iyi bir anlatım şekli olurdu. Hatta olmuş ki, bu yaşımda bile o günleri unutmamışım.
Hafta da bir iki gün yürüyüş çalışması yapar, 23 Nisan yaklaşınca bütün okul bahçede yürürdük. İlk günler düdükle sonra trampet eşliğinde... Sınıfların ayrı ayrı yaptığı bu çalışmalar daha sonra tüm okulu kapsayacak şekilde devam ederdi. Boy sırasına göre tüm okul sıraya dizilir, herkes yanındaki eşini, arkadaşını bilir ona göre sıradaki yerini alırdı.
Ben izci ekibindeydim. Trampet çalardım. Özel elbiselerimiz vardı. Başımızda kahverengi keplerimiz, krem renkli kazağımız, göğsümüzde yavru kurt çıkartmalarımız, omzumuzdan arkaya doğru üçgen şeklinde sarkan kahverenkli, kenar çerçevesi beyaz bir kumaş... Bu kumaşın boğazımızdan uçlarını birleştirir, beyaz bir sicimle üzerinden aşağı doğru dört beş parmak kalınlığında dolayıp ucuna da bekçi düdüğü bağlardık. Kısa kahverenkli bir pantolonumuz, altında dizimize kadar çekilen kahverenkli çoraplarımız ve çorabın lastik kısmına uçları püsküllü bir de ip dolardık.
Trampet takımında olduğumuz için bazı günler derse girmez bahçede trampet çalardık. Tempo tutturabilmek için hep birlikte "On para ver, on para ver, on para yoksa beş para ver." derdik. Bizim zamanızda "para" yoktu. Demek ki bizden önceki trampetçiler zamanında para ,yani kuruştan daha küçük bir para birimi, henüz varmış.
Ve nihayet o gün gelirdi. O gün, yani 23 Nisan günü. Tüm öğrenciler beyaz yakalı, temiz siyah önlüklü, üstü başı düzenli olarak, boy sırasına göre trampet eşliğinde, gruplar halinde, uygun adımlarla tören alanına yürürdük. En önde, okulun en boylusu bayrak taşır, arkasında bir kız bir erkek beraberce ellerinde Atatürk posteri.. Bunların arasında yine iki öğrenci üzerinde okulumuzun adının yazılı olduğu bir tabela taşırdı.
Bizde onların hemen arkasından trampet çalardık. Başımızda bir lider öğrenci elindeki çubuklarıyla arada bir bize komut verirdi. Bazen yüzü bize dönük arka arka yürürdü. Bir keresinde böyle arka arka yürürken bizim kız başkan tam tören alanının girişinde ayağı logar ızgaralarının arasına sıkışmıştı, çok gülmüştük.
Okulun bahçesinden tören alanına kadar bazı anneler ve ablalar da bize eşlik eder, yol boyunca çocuğuna bakar, arada bir üşüyenelere elbise verirlerdi. Aksi gibi çoğu 23 Nisan günü hava ya kapalı olur, ya soğuk olur ya da yağmur yağardı.
Tören alanına girmeden müstahdem amcalarımız bayrak dağıtırdı.
Elimizde kırmızı beyaz bayraklar, üstümüzde siyah beyaz önlükler...
Bir tarafında Atatürk'ün resmi olan bu bayrakları sallayarak meydana girer ve tören alanında yerimizi alırdık.
Tören alanındaki büyüklerimizin içeriğini anlamadığımız konuşmalarının arkasından şiir okumaları ve folklar gösterileri sunulurdu. Silifke ekibi, sepetçioğlu ekibi, seymen ekibi vs.
Hele o öküz arabası yok mu? Mübarek öküzler ağır ağır yürürken tahta tekerlerden ve ağaçtan yapılmış mazıdan çok acıklı bir ses yayılırdı. İnleme gibi ya da ağlama gibi feryad figan bir sesi vardı o tekerlerin. Geçit resmi sırasında üzerinde top mermileri olan üstü bayrakla örtülü kağnı arabası çok etkileyiciydi. Önden yaşlı dede kılığında müstahdem amcamız Cemal (aynı zamanda öküzlerin sahibi), arkasından çocuklu kadın rolündeki kızlar, yaralı asker rolündeki erkekler yürürdü. Bunlar okulun en iri öğrencileriydi. Sırtında asker elbisesi ve tüfekleri bile olurdu.
Geçit resminden önce öğretmenlerimiz aramızda dolaşır, sanki maça çıkacakmışız gibi " Hadi aslanlarım, aman dikkat edin, uygun adım yürüyün, sert basın, sağa sola bakmayın, kimseyle konuşmayın!" diye bizi son bir kez kontrol ve motive ettikten sonra geçit resmine başlardık.
Atatürk büstünün önünde oturan protokolun önünden asker gibi yürürdük. Protokoldeki komutanlar biz geçinceye kadar selam dururdu. Onların hizasından geçerken trampet takımımız çalmayı bırakıp susar, çubuklarımızı trampetin üzerine çapraz yaparak yürürdük. Protokolu geçince var gücümüzle trampetleri patlatmacasına tekrar çalmaya başlardık.
Tören alanının çevresindeki halk yani anneler babalar da bu çoşkuya alkış tutar, ıslıklarıyla bizi iyice heyecanlandırırlardı.
Bir aylık neşeli, eğlenceli, heyecanlı çalışma ve hazırlık böylece bitmiş olurdu. Üzülürdük, derslere tekrar dönerdik.
Bugün hem okul sayının artması hem de okulların uzak olması böyle toplu kutlamalara imkan vermiyor sanırım. Ama bu bayramların çocukların üzerinde önemli etkileri olduğunu herkes kabul eder. Milli duyguların şekillenmesi açısından kitaplardan daha etkili ve kalıcı tesirleri vardı.
Babam o zamanlar bize bakar "Bugünün küçüğü, yarının büyüğü..." derdi de ben inanmazdım. Belki öyle "büyük" birileri olamadık ama o yıllarda içimize yer eden duygularımızı ve öğretmenlerimizin emeğini de unutmadık.
Şimdi milli bir bayram olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı festivale çevirmişler. Festivallerde böyle milli duygular işlenir mi çocukların ruhuna?