"İbadet iki kısımdır: bir kısmı müsbet, diğeri menfi. Müsbet kısmı malumdur. Menfi kısmı ise, hastalıklar ve musibetlerle, musibetzede zaafını ve aczini hissedip, Rabb-i Rahîmine ilticakârane teveccüh edip, onu düşünüp, ona yalvarıp halis bir ubudiyet yapar. Bu ubudiyete riya giremez, halistir."
Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek v.s gibi ibadetler, müspet ibadetler sınıfına giriyor. Bu ibadetlerin içine riya ve gösteriş gibi ibadetin özüne ve ruhuna uygun düşmeyen yanlışlar girip insanı günaha sokabiliyor. Sevap işlemek için yola çıkıp günaha bulanmak, gerçekten çok garip ve şaşılacak bir durum. Bu tarz ibadetlerin böyle acip riskleri bulunabiliyor.
Lakin musibet, hastalık, bela vesaire gibi menfi ibadetlerde bu risk ve tehlike nerede ise hiç bulunmuyor. Zira hasta bir adamın kendi gibi aciz ve zavallı insanlara şirinlik yapıp onlara tabasbus (yalakalık) etmesi adeta imkânsız bir şeydir.
Çünkü hasta adam hastalığın vermiş olduğu elem ve baskı ile acizliğini ve sebeplerin ne kadar değersiz ve önemsiz olduğunu çok derinden hissediyor. Çünkü bunlar değil kendi gibi aciz ve zavallı olan sebeplere gösteriş ve riya ile şirinlik yapmak âdeta o sebeplerden nefret eder bir hale geliyor. Bütün hissiyat ve duygusu ile gerçek sebep olan Allah’a yöneliyor.
Evet, hastalıklar ve musibetlerle, musibete maruz kalan şahıs bütün zaafını ve aczini hissedip, sadece ve sadece Rabb-i Rahîmine sığınıp, ona yönelip, onu düşünüp, ona yalvarıp samimi bir kulluk sergiler.
Buradan şunu da anlıyoruz ki Allah’ı en iyi tanımanın ve en güçlü bir şekilde hissetmesinin vesilesi ve yolu acizliğimizi ve zayıflığımızı hissetmekten geçmektedir. Risale-i Nur mesleğinin dört esasından ikisinin acz ve fakr olması da bu yüzdendir. Allah’a ulaşmada en etkili en sağlam ve en garantili yol acz ve fakrımızı anlayıp aciz ve fakir olmayan Allah’a sığınmaktır. Acz ve fakrı da en iyi hastalık, bela ve musibetler hissettiriyor.