Müceddidin kelime manası yenileyen demektedir. Sahih hadislerle bildirilen her asrın başında dinin hakikatlerini o devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere Peygamber Efendimiz’in (asm) varisi olan bir zatın dinin esaslarına, hükümlerine ve ehl-i sünnet ve’l- cemaate göre irşad vazifesini hakkıyla yerine getirmesiyle aldığı bir sıfattır.
Zira küfür ve isyanla bozulmaya yüz tutan hakikatlerin tazelendirilerek devamı sağlanmalıdır ve bu vazifenin elzemiyeti muhakkaktır. Keza diğer ümmetlerde cereyan ettiği gibi Peygamberimizin (asm) ümmeti arasında da değişen hayat şartlarıyla bid’atların türeme tehlikesi baş göstermekte, bunun yanı sıra küfür cereyanından dine karşı yapılan saldırılara karşı dini savunacak, oluşan yeni kargaşalara dinin hakikatleriyle bir çözüm getirebilecek, mü’minlere hakikatleri yeniden öğretebilecek seviyede âlimlere ihtiyaç hasıl olmaktadır. İşte bu noktada Peygamber Efendimiz’in (asm) şu hadisi bu ihtiyacın nasıl giderileceğine dair işareti veriyor:
“Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir.” (Ebu Davud, Melahim, 1)
Tabi müceddid sıfatına lâyık olan zatın belirli özellikleri bulunmaktadır.
Keskin bir zekâ, ferasetli bir görüş, vasat yolu takip edebilen, dosdoğru, tefekkür gücü kuvvetli, liderlik kabiliyetine sahip, İslâm’ın esaslarını yaşayışıyla irşad edebilen niteliklere haiz olmakla beraber bazı belirli özelliklere sahip olmalıdır, şöyle ki:
Kendilerine yalnızca Kur’ân’ı rehber edinen, fende mütehassıs geniş bir fikre, ince bir nazara ve tam bir ihlâsa sahip olan, derin bir içtihat ve kuvve-i kudsiye sahibi, hakikatleri saf haliyle ortaya koyabilen, Cenâb-ı Hakk’ın rızasından başka hiçbir maddî manevî menfaati gaye edinmeyen, Kur’ân-ı Kerîm’in bulunduğu asra bakan veçhesini keşfedip, avamdan havasa kadar her tabakanın anlayacağı, istifade edeceği bir üslûpla beyan edebilen, Kur’ân ve iman hakikatlerini cerh edilmez delillerle ispat ederek ders veren, aklı, kalbi, vicdanı ve ruhu tenvir, tatmin ve musahhar ederek şeytanı dahi ilzam edecek derecede kuvvetli, gayet beliğ, nafiz ve müessir dersler ile meselelerini anlatan, tevazu, mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahip, Resul-ü Ekrem’in (asm) sünnetine ittiba ederek, ehl-i sünnet ve’l- cemaat mezhebi üzere ilmi ile amil olan, azamî züht ve takva, azamî ihlâs ve dine hizmetinde sebat, azamî sıdk, sadâkat ve fedakârlığa, azamî iktisad ve kanaate sahip ve malik olan, Kur’ânî ve şer-î meseleleri beyan ederken, şu veya bu tazyik altında kalmayan, işkence ve idamı nazara almayan, herhangi bir tesir altında kalarak fetva vermeyen, dünyaya meydan okuyacak bir iman kuvveti ile hakikatleri pervasızca söyleyen, İslâmî şecaat ve cesarete malik olmalıdır. (Sözler)