Muallim Hasan Ethem'in Annesine yazdığı mektup

Çanakkale Şehitlerinden Muallim Hasan Ethem'in Annesine yazdığı mektubu yazımızın devamından okuyabilirsiniz.

Muallim Ethem, Niğde’nin Hacı Abdullah köyünde doğmuştu. Çanakkale’ye düşman girince o da savaşa gitti. Öğrencileri ile omuz omuza savaştı. 3. Kolordu, 19. Tümen, 57. Alay, 2. Tabur, 6. Bölük’te görev yapıyordu. 19 Nisan 1915’te mukaddes vatanı uğruna şehit oldu.
Şehit olmadan önce annesine yazdığı son mektubunda şunları söylüyordu:

Valideciğim,
Nasihat dolu mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın
ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım.
Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye ettim. Okudum, okudukça büyük büyük dersler aldım. Tekrar okudum şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa eğilip kalkıyordu. Ve beni, annenden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim, güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem
çam ağaçları, kendilerine mahsus bir seda ile beni kutluyorlardı. Bakışlarımı sola çevirdim, çığıl çığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu.
Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım.
Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak
istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedası ile beni kutluyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.

İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
– Efendim, çayınız, buyurunuz içiniz, dedi.
– Pekâlâ, dedim. Aldım baktım, sütlü çay…
– Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
– Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
– Evet, dedim. Evet, ne kadar güzel!
– İşte onun çobanından on paraya aldım.
Valideciğim, 10 paraya 100 dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan
şimdi sağılmış aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. “Ben validemin sayesinde onun gönderdiği
para ile böyle süt içeyim de annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?” dedim.
Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu. “Validen kaderine küssün ne yapalım.
O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek, derenin aheste akışına tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi.”

Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim sen yine müteessir olma, ben seni, evet seni mutlaka
buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket Hilmi de senin sayende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler.
Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah’ım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi. Dere bile sesini çıkarmıyordu. Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namaz kıldık. O yeşil güzel çayırın üzerinde diz çöktüm.
Bütün dünyanın debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:
– Ey yüce Allah’ım! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu
secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halik’i! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.
– Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, ismi cemalini
İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden bu askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, büsbütün mahveyle! diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mesut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Anneciğim, oğlun Halit de benim gibi güzel yerlerdedir. Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı? Kadir’e mektup yazdım.
Valideciğim evdeki senet vesaireyi kimselere katiyen vermeyin ve sorarlarsa biz bilmiyoruz, deyin. Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim, bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme o parayı vermese adliyedeki adam vermezdi. Hani
nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.
Oğlun Hasan ETHEM
17 Nisan 1915

👍 BU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan, isimsiz ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumların her türlü cezai ve hukuki sorumluluğu yazan kişiye aittir. Eğitim Sistem yapılan yorumlardan sorumlu değildir.

SORU & CEVAP Haberleri