Bahar gelince bütün ağaçlara su yürür ve Hayy ismi renk renk, cıvıl cıvıl, neşeli, çoşkulu bir şekilde kendini gösterir doğada.
Kuş cıvıltılarına sokaklardaki çocukların neşeli çığlıkları karışır.
Baharın gelişi ile birlikte oynadığımız oyunlar ve oyuncaklar da değişirdi..
Mesala, söğüt dalından düdük ve "hipçi" yapmak... Kavak ağacından "hododi" yapmak.Ya da söğüt dalından yay yapıp ok atmak gibi.
Bunlar herkesin bildiği şeyler. Çoğumuzun bilmediği ya da unuttuğu bir oyuncak daha vardır. Hododi.
Bizim orda hododi denilen şey doğal bir borazandı. Basit bir şeydi. Ama yapması zor.
Övünmek gibi olmasın benim bu türlü şeylere elim pek yakışırdı.Uçurtma yapmakta üzerime kimse yoktu mesela..
Gelelim hododun yapımına..
Hodod; kavak dalından yapılırdı. Ama her kavağın dalından değil. Öyle kolay bulunmazdı hodod olacak dallar.
Bilek kalınlığında,düz ve pürüzsüz bir kavak dalı gerekirdi.
Düzgün bir dal bulmak için çevremizdeki bütün kavak ağaçlarınının dallarını tek tek gözden geçiridir. “Bu olmaz”, “bu değil”, ”bu hiç değil” diye, diye el atmadığımız dal kalmazdı..
Bizim ordaki Gökırmak’ın kıyılarında kavak ve söğüt ağaçları çoktu. Ethem Köyü'nün Çalakları denilen mevkiden bulmak daha kolaydı.
Epeyce bir araştırma,inceleme ve uğraştan sonra aradığımız dalı bulurduk.
Kavak dalını kırmadan,çatlatmadan düzgünce keserek önce dalın kenarlarından çıkmış sürgünleri temizlerdik.
Daha sonra keskin bıçağımızla baştan sona kadar hatasız bir şekilde dalı çizerdik.Çizginin, helezonik,eşit aralıklı,tek seferde yani tek bir iz olmasına hassasiyet gösterirdik.
Daha sonra elma soyar gibi bir bütün halinde kavağın kabuğunu özenle soyardık.
Burada önemli nokta kabuğun yekpare bir şekilde parçalanmadan çıkarılması idi.
Sonra kağıttan külah yapıyor gibi o soyduğumuz kabuğu sıkı sıkı sarardık.Mümkün olduğunca sıkı ve aynı zamada uzun olması gerekirdi.
Sargının dağılmasını önlemek için de ağaç dikenlerinden bir diken ile uç kısımdaki en geniş yerine saplama yapıp sargı sabitlenirdi.
Şimdi sırada “hipçi” yapmak vardı. Hipçiyi zurna çalanlar bilir. Buna zurnacılar “zıpçık” ya da “sipsi” derler. İşte ona benzer hipçi. Hododun ağız tarafına takılır. İnce söğüt sürgününden yapılır. Tiz sesli bir düdüktür.
Hipçi için hododun ağzına uyacak incelikte söğüt dalı bulunur.Serçe parmak uzunluğunda dalın çevresi çizilir. Hafif bir şekilde bıçağın sapı ile döğülerek küçük bir hortum parçası gibi çıkarılır.Hipçinin ağıza gelecek kısmı hafifçe yontularak inceltilir. Dişlerimizle hafif hafif çiğneyerek yassılaştırılır.
Biraz alıştırma yapılarak istenilen nitelikte ses çıkarana kadar ayar yapılırdı.
Hipçi hırıltısız, berrak ve tiz bir ses verince, hododun ucuna takılır. Hododa hipçi takılınca o ince ve tiz ses acaip bir şekilde kalınlaşır. Üfleyince çok ekzotik bir sese dönüşürdü. Eğer hava rüzgarlıysa o sesi rüzgar alır çok uzaklara götürürdü. Tarlaların, bahçelerin arasında hele de ırmak boyunca öyle yankılanırdı ki. Çok eğlenceli bi şey olurdu bizim için. Üflemeye doyum olmazdı.Ormanın derinliklerinden gelen doğal ve biraz da ürpertici bir ses.
Bizim mahalle Ethem Köyüne yakındı.Köyün çocukları okuldan sonra hep sığır güderlerdi.Onlar daha çok yapardı bu aleti.Ta onların köyünden bizim mahallenin arkasındaki boş tarlalara sesleri gelirdi.
“Kuru kavaktan düdük çıkmaz” sözü bana bunu hatırlatır hep.
Aslında düdük söğütten çıkar. Hipçi de söğütten çıkar. Kavaktan hodod çıkar, düdük değil.