Yaşadığı zamandan günümüze Allah’ın ona verdiği zenginlikle insanlığın diline pelesenk olmuş, Hz. Musa’nın karşısında kafirliğin finansmanı olarak direnmiş Karun’un, Kuran’da Ankebut 39 ve Mü’min 23.ayetlerde bahsedilmekle birlikte asıl kıssası Kasas suresi 76-83. ayetlerde anlatılır.
Ankebut 39 ile Mü’min 23. ayetlerde apaçık delillerle gelen Hz. Musa’ya karşı Firavun ve Hamanla birlikte karşı koyup yalanlayan Karun’un diğerleriyle birlikte helak oldukları açık ifade edilir.
Tevrat’ta da Korah adıyla bahsedilen Karun, Kasas suresinde şöyle anlatılır:
تَفْرَحْ لَا قَوْمُهُ لَهُ قَالَ إِذْ الْقُوَّةِ أُولِي بِالْعُصْبَةِ لَتَنُوءُ مَفَاتِحَهُ إِنَّ مَٓا الْكُنُوزِ مِنَ وَآتَيْنَاهُ عَلَيْهِمْفَبَغَى مُوسَى قَوْمِ مِن كَانَ قَارُونَ إِنَّ
الْفَرِحِينَ يُحِبُّ لَا اللَّهَ إِنَّ
İnne kârûne kâne min kavmi mûsâ, fe begâ aleyhim, ve âteynâhu minel kunûzi mâ inne mefâtihahu le tenûu bil usbeti ulî kuvveti, iz kâle lehu kavmuhu lâ tefrah innallâhe lâ yuhıbbul ferihîn. (Kasas suresi 76.ayet)
“Şüphesiz Kârûn, Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi kendisine şöyle demişti: “Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları sevmez.”
(مُوسَى قَوْمِ مِن) “Min kavmi mûsâ” ifadesine Mûsâ’nın kavminden Musa'nın milletinden Musa'nın halkından mealleri verilmiştir. Tefsirlerde Karun’un Hz. Musa’yla yakın akraba olduğu, bazı tefsirlerde ise amcaoğlu oldukları bilgisi verilir. Bu ifadeden Karun, Hz. Musa’nın içinde bulunduğu toplum, birlikte yaşadıkları ülke, daha dar anlamı alacak olursak ifade edildiği üzere aynı aileden, kabileden, öyle ki başlangıçta Hz. Musa’ya inanmış onun yakın inanlar topluluğundandı. Bir peygamber olarak Hz.Musa’nın ümmetindendi Karun ki vahiyden ve önceki peygamberler ve topluluklardan haberdardı.
(عَلَيْهِمْ فَبَغَى) “fe begâ aleyhim” ifadesine, onlara karşı azgınlık etti, ihanet edip onlara zulmetti, onlara karşı azgınlık etmişti, onlara karşı haddi tecavüz etti, kendini büyük görüp onlara zulmediyordu, toplumuna karşı şımardı da şımardı mealleri verilmiştir.
Karun, Hz. Musa ve ona inananlarla birlikteydi; yabancı bir diyardan gelip onlara katılmamış onlardan biri olarak Hz. Musa’nın topluluğundan biriydi. Ancak Karun, Hz. Musa ve kavmine haksızlık edip ihanet etti. Yani Karun, o toplumun ekonomik potansiyelini şeytani zekasıyla sırf kendi adına ve lehine kullandı. Bu uyanıklığı Karun’u zenginleştirdi; ancak kavmini zor durumda bıraktı.
(الْقُوَّةِ أُولِي بِالْعُصْبَةِ لَتَنُوءُ مَفَاتِحَهُ إِنَّ مَٓا الْكُنُوزِ مِنَ وَآتَيْنَاهُ) “Ve âteynâhu minel kunûzi mâ inne mefâtihahu le tenûu bil usbeti ulî kuvveti” ifadesine şu manalar verilmiştir: Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik, biz ona hazineler vermiştik, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı, ona öyle hazîneler vermiştik ki anahtarları cidden güçlü kuvvetli bir bölüğe ağır geliyordu.
Bazı tefsirlerde Karun’a verilen hazineler genelde altın cinsi değerler olarak ifade edilip bunların çokluğunu ifade açısından anahtarlarını güçlü bir topluluğun taşıyamaması mecaz olarak ifade edilmiştir denilmiştir. Gerçek manada anlayıp hazinelerinin bitip tükenmeyecek derecede olduğu, anahtarlarının devlerle taşındığı şeklinde ifadelerde söz konusudur.
(الْكُنُوزِ مِنَ) “Minel kunûzi” ‘hazinelerden’ ifadesi ve bunun bilinmeyen hazineler manasını da içerdiği ile (الْقُوَّةِ أُولِي بِالْعُصْبَةِ) “bil usbeti ulî kuvveti” ‘güçlü bir topluluğa’ vurgusu dikkate alındığında günümüz ekonomi uygulamalarına göre bu ifadeyi şöyle yorumluyoruz:
Allah, Karun’a bir çok insanın bilip ummadığı yolardan öyle kazançlar vermiş ve veriyordu ki kazançların elde edildiği işleri, bu işlerden anlayan insanlar anlamakla birlikte idarede güçlük çekiyorlardı. Günümüz ifadesiyle Karun’un yüzlerce ehil çalışanın idare ettiği yüzlerce şirketleri vardı. Öyle ki bu kadar geniş bir ekonomik işleyişi yerli yerinde işletip idare etmek kolay değildi. Karun’un mal ve mülkünden olmasının işareti de aslında burada bu açıdan veriliyor. Varlıklı insanlar bilirler ki nasıl çabucak büyüdüler ise bundan daha çabuk olarak bir anda küçülüp yok olabilirler. Aslında onlar sürekli bunun stresi içinde yaşarlar.
Bu zenginliğe ulaşmada Karun, Hz. Musa ve kavminin ekonomik imkanlarını bir hile ile kendine inhisar kıldı. Onlardan, onlar aleyhine haksız kazanç elde etti. Günümüz ifadesiyle o toplumu, toplumunu hortumladı. Bu sayede zengin ve güçlü oldu ve bu güç ve zenginlik toplumda ona belirli bir hakimiyet verdi. Bunun için Hz. Musa’nın kavmindendi ifadesinden sonra ayette (عَلَيْهِمْ فَبَغَى) “fe begâ aleyhim” denilmekte ve devamında bu sebeple ona verilen zenginlik ifade edilmektedir.
Karun için ‘azgınlaşıp kavmine haksızlık yaptı’ denilmesi kendisine kavmi imkanlarıyla verilen zenginliği ifade eder. Hemen devamında bu zenginlik anlatılır: “Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik.”
Her an malını kaybetme stresi içinde de olsa Karun, aldatıp sömürdüğü insanlara karşı kendini büyük gördü, onlardan herhangi birinin de rahatlıkla ulaşabileceği kendi imkanlarına onların yerine kendisinin ulaştığı sevinciyle sevinip onları beceriksiz görerek onlara karşı şımardı.
Bilgisiz ve değersiz gördüğü kavmi aslında her şeyin farkındaydı ve bunun için Karun’u şöyle uyardılar: (الْفَرِحِينَ يُحِبُّ لَا اللَّهَ إِنَّ تَفْرَحْ لَا قَوْمُهُ لَهُ قَالَ إِذْ) “iz kâle lehu kavmuhu lâ tefrah innallâhe lâ yuhıbbul ferihîn.” Kavmi kendisine şöyle demişti: “Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları sevmez.”
(تَفْرَحْ لَا) “Lâ tefrah” ifadesini başkalarının elde etme imkanları olduğu halde elde edemeyip kendisinin az bir bilgi ve hamleyle elde ettiği varlık ve nimetlerden dolayı diğerlerini küçümseyerek sevinip şımarma şeklinde yorumluyoruz.
Kavmi, Karun’a onlardan olduğundan hareketle Hz. Musa’ya ittiba ettiği için kendisine verilen nimetlerden dolayı şımarmaması uyarısında bulunarak öğüt nasihat ve uyarılarına şöyle devam ettiler:
لْأَرْضِ فِي الْفَسَادَ تَبْغِ وَلَا إِلَيْكَ اللَّهُ أَحْسَنَ كَمَا وَأَحْسِن الدُّنْيَا مِنَ نَصِيبَكَ تَنسَ وَلَا الْآخِرَةَالدَّارَ اللَّهُ آتَاكَ فِيمَا وَابْتَغِ لْمُفْسِدِينَ يُحِبُّ لَا اللَّهَ إِنَّ
“Vebtegı fîmâ âtâkellâhud dârel âhırate ve lâ tense nasîbeke mined dunyâ ve ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke ve lâ tebgıl fesâde fîl ard(ardı), innallâhe lâ yuhıbbul mufsidîn.” (Kasas suresi 77.ayet)
“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.”
Allah’ın sana verdikleriyle ahiret evine tabi ol. Verilen nimetler seni dünya nimetlerine yönelip kam alma yerine ahret yurduna yöneltsin. Ahiret hayatını unutup esasta Allah’ın verdiği nimet ve imkanlarla bütünüyle dünyaya dalma. İnsanın yaratılışında doğal olan budur; ama sen diğerleri gibi bu yanılgıya düşme.
(الدُّنْيَا مِنَ نَصِيبَكَ تَنسَ وَلَا) “Lâ tense nasîbeke mined dunyâ” ifadesi çoğunlukla ‘dünyadan da nasibini unutma’ şeklinde anlaşılıp yorumlanmıştır.
Elmalılı Hamdi Yazır, bu ifadeyi diğerlerinden farklı olarak şöyle yorumlar: Dünyadan nasîbi, ba'zıları helâl dünya rızkı ve meşru' dünya zevki diye anlamak istemişlerse de o geçici dünyanın kendisi demektir. Asıl dünyadan nasîb ise «dünya ahıretin mezreasıdır» muktezasınca ahıret için edilen intifa', ahırete kalacak ameldir. Yoksa dünyadan nasîb nihayet bir kefendir.
‘Allah’ın sana verdiklerinde ahirete tabi, talip ol’ ifadesi verilen nimet ve imkanların ahiret amaçlı kullanılması olarak anlaşılır. Devamında gelen ‘dünyadan da nasibini unutma’ ifadesi de ahiret girişinden sonra elbette dünyaya yönelmeyi içermez. Verilen nimetlerde olduğu gibi yaşam olarakta ahireti hedeflemelidir insan. (الدُّنْيَا مِنَ نَصِيبَكَ) “Nasîbeke mined dunyâ” ifadesini, dünya yaşamı, ömür ve hayat olarak anlıyoruz. Aksi durumda ayetin başındaki ifade ile devamındaki bu ifade birbiriyle çelişir. Devamında gelen ‘Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sende iyilikler yap, ihsanda bulun’ ifadesi ortadayken ‘dünyadan da nasibini unutma’yı ahireti bir süre bırak dünyan için çalış manasında anlamak doğru olmaz.
Maalesef bu ve benzeri eksik ve hatalı yorumlar, zaman içinde, günümüz dünyasına ulaştığında dünya ve ahiret inancında yanlış bir müslüman tipini sonuç vermiştir. İbadeti ahiret için yaparken aynı ibadet ve ibadet uygulamalarını karşısındakiler üzerinde onlardan dünyalık menfaat sağlamak için yalan dolanlarla kullanabilmektedir. Abdestli olduğunu, yani namaz kıldığını yeminle birlikte ifade ederek haksız kazancına, sahtekarlığına kılıf olarak kullanmaktadır.
(الْأَرْضِ فِي الْفَسَادَ تَبْغِ وَلَا) “Lâ tebgıl fesâde fîl ardı” yeryüzünde bozgunculuk isteme. Yeryüzünde fitne, fesada, ortamı karıştırmaya, zulüm ve haksızlıklara tabi olup bunları talep etme. Sana Allah’ın verdiği imkan, nimetler ve bunlarla birlikte gelen hakimiyetle şımarıp azgınlaşıp her şeyde daha fazlasını isteyip haddi aşarak dünyada fesad çıkarıp insanlığın saadet ve mutluluğuyla oynama. Allah’ın sana verdikleriyle ve dünyada verdiği ömürle ahirete tabi ve talip ol. Allah’ın sana ihsan edip iyilik yaptığı gibi sende insanlara ihsan et, iyilikler yap. Bütün bunları yapmadığın gibi dünyayı da karıştırma, dünyada zulüm ve haksızlık çıkarma, insanları birbirine düşürme. Ahirete talip olup iyilikler yapmışsan da bu yeterli olmayıp dünyalığın daha fazlası için hırs uğruna insanlar arasında fesat çıkarma, azgınlık, bozgunculuk, zulüm ve haksızlık yapma. Zira Allah ifsad edenleri, fesat çıkaranları, zulüm ve haksızlık yapanları sevmez.
Karun, Allah’ın verdiği mal mülkle iyilikler yaparak ahireti hedeflemesi çağrısına muhatap olduğunda bütün bunları, hakikati bildiği halde karşıt tavır alıp bunları yapmamak adına kendini sırf dünya ile sınırlayarak büyüklenip ayetteki ifadeyle şöyle dedi:
(عِندِي عِلْمٍعَلَى أُوتِيتُهُ إِنَّمَا قَالَ) “Kâle innemâ ûtîtuhu alâ ilmin indî Kârûn”. ‘Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir’ dedi.
Allah bütün bu nimet ve imkanları bendeki bilgi beceri ve kabiliyetler nedeniyle verdi. Bu açıdan içinizde bütün bunlara ben layıktım ve Tanrıda bana verdi. Kendi bilgi, beceri ve kabiliyetimle kazandığım bu mal ve mülkü neden başkalarına karşılıksız vereyim; bunu kesinlikle yapmam dedi.
Karun’un bu itirazına Allah ayette şu hatırlatma ve uyarıyı yapar:
جَمْعً وَأَكْثَرُ قُوَّةً مِنْهُ أَشَدُّهُوَمَنْ القُرُونِ مِنَ قَبْلِهِ مِن أَهْلَكَ قَدْ اللَّهَ أَنَّ يَعْلَمْ أَوَلَمْ
“Ve lem ya’lem ennellâhe kad ehleke min kablihî minel kurûni men huve eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’ân.” (Kasas suresi 78.ayet)
‘O, Allah’ın kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu?’
Burada Karun’un Hz. Musa aracılığıyla vahye muhatap olup bu yolla geçmiş kavim ve milletlerin kıssalarına vakıf olduğu hatırlatılarak onların düştüğü hataya düşerek onların sonlarına mahkum olacağı ifade edilir. Kendini her açıdan çok güçlü ve üstün gören Karun’a verilenlerin daha çok ve fazlasının öncekilere verildiği hatırlatılarak büyüklenip kibirlenerek Tanrı’dan kaçamayacağı gerçeği vurgulanır. (جَمْعً وَأَكْثَرُ قُوَّةً مِنْهُ أَشَدُّ) “Eşeddu minhu kuvveten ve ekseru cem’ân” ‘ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri’ ifadesiyle Karun’un helaka mahkum olduğuna işaret edilir. Mal, mülk, melal ve diğer her şeyde ondan daha çok mala sahip bu önceki gönderilenler. Daha çok mal mülke daha çok insan ve kamuoyuna sahiplerdi. Ancak bütün bunlar helak olmaktan kurtaramadı onları. Zira büyüklenip kibirlenerek fitne ve fesat çıkararak her şeyi kendi bilgi beceri ve kabiliyetlerine vererek ilahi iradeye karşıt olup helaka layık ve mahkum olmuşlardı.
(الْمُجْرِمُونَ ذُنُوبِهِمُ عَن يُسْأَلُ وَلَا) “Lâ yus’elu an zunûbihimul mucrimûn”, suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru sorulmaz.
İlahi iradeye karşı suç işlemiş kimselerden suçları sorulmaz. Yani suçları nedir ki bunlar cezalandırılıyor diye sorulamaz. Bunlar kendilerini suçsuz gösteremez; bu hususta kendilerini savunamazlar ve savunulamazlar.
Allah’ın iradesine karşıt düşünüp davranmasıyla helakı hak ettiği açıklanan Karun’un kibir ve debdebesiyle kamuoyuna çıkması diğer ayette şöyle anlatılır:
عَظ۪يمٍ حَظٍّ لَذُو إِنَّهُ قَارُونُ أُوتِيَ مَا مِثْلَ لَنَا لَيْتَ يَا الدُّنيَا الْحَيَاةَ يُرِيدُونَ الَّذِينَ قَالَ زِينَتِهِ فِي قَوْمِهِ عَلَى فَخَرَجَ
“Feharace alâ kavmihî fî zînetihî, kâlellezîne yurîdûnel hayâted dunyâ yâ leyte lenâ misle mâ ûtiye kârûnu innehu le zû hazzın azîm(azîmin).” (Kasas suresi 79.ayet)
“Kârûn, zineti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler, “Keşke Kârûn’a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz) olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir” dediler.”
(زِينَتِهِ فِي) “Fî zînetihî” ifadesine, zineti ve görkemi içerisinde, görkem ve debdebesi içinde, gösteriş içinde, görkem ve gösteriş içinde, bütün ihtişam ve şatafatıyla süslü takılarıyla meali verilmiştir.
Servetinin çokluğunu ve hüküm ve gücünün genişliğini yansıtacak bütün görsellerle kavmine, kamuoyuna, çıktı; gündeme gelip herkesin konuştuğu tek konu oldu.
Dünya hayatını arzu edenler, dünyanın sadece ihtişam ve görkemini isteyenler, Karun’un debdebe ve süsüne, ihtişamına vurulup bayıldılar. Bu arzu, istek ve duygularını şöyle ifade ettiler:
(عَظِيمٍ حَظٍّ لَذُو إِنَّهُ قَارُونُ أُوتِيَ مَا مِثْلَ لَنَا لَيْتَ يَا) “Yâ leyte lenâ misle mâ ûtiye kârûnu innehu le zû hazzın azîm”, ‘keşke Karun'a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz) olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir’ mealindedir.
Ahireti bir kenara bırakıp dünyayı, dünya yaşamını isteyenler ayette ifade edildiği şekilde iç çekip Karun’un ihtişamına tamah ettiler. Karun vari kendileri de zengin olmak, dünya nimetlerine nail olmak istediler. Karun’un ihtişam ve zenginliğine öykündüler. Aklı, bilgisi ve becerisiyle Hz. Musa’ya muhatap olarak Allah’ı ve O’nun hüküm ve iradesini bilip bu bilgi içerisinde Allah’a isyan eden Karun’un ihtişamlı görüntüsüne aldanan onun kadar bilgi sahibi olmayan halk tabakası, sineklerin pekmez tabağına üşüşmesi gibi dünyanın süs ve debdebesine tüm duygularıyla yönlediler. Oysaki gerçek hakikat dünyanın süs ve ihtişamı değildi.
Halk tabakasının dışında bu gerçeği bilen, kendilerine ilim verilenler, vahiyden ve peygamber olarak Hz. Musa’dan nasip alıp dünya ve ahiret hakikatini bilenler Karun’a verenler benzeri dünyanın süs ve ihtişamını isteyenleri şöyle uyardılar:
الصَّابِرُونَ إِلَّا يُلَقّٰيهَٓا وَلَا صَالِحًا وَعَمِلَ آمَنَ لِّمَنْ خَيْرٌ اللَّهِ ثَوَابُ وَيْلَكُمْ
“Veylekum sevâbullâhi hayrun li men âmene ve amile sâlihâ(sâlihan) ve lâ yulekkâhâ illâs sâbirûn”. (Kasas suresi 80.ayet)
“Yazıklar olsun size! İman edip de iyi işler yapanlara Allah’ın vereceği mükâfat daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşturulur.”
‘Kendilerine ilim verilenleri’ ifadesinden günümüz ilim adamlarını anladığımızda hemen pek çoğunun burada bahsedilenlere uymadığını düşünüyoruz. Zira günümüzde hemen ayrımsız herkesin Karun’a öykünenler gibi dünya hayatının lüks ve ihtişamını azami derecede istedikleri herkesin bildiği gerçek. Zira Karun gibi küresel güce sahip olanlar daha fazlasına sahip olmak ve daha çok ve etkin hükmetmek için tüm insanlığı, onlara ahireti unutturup dünyaya yöneltiyor ve ayette ifade edilen fesadı arzulayıp uyguluyorlar.
المُنتَصِرِينَ مِنَ كَانَ وَمَا اللَّهِ دُونِ مِن يَنصُرُونَهُ فِئَةٍ مِن لَهُ كَانَ فَمَا الْأَرْضَ وَبِدَارِهِ بِهِ فَخَسَفْنَا
“Fe hasefnâ bihî ve bidârihil arda fe mâ kâne lehu min fietin yansurûnehu min dûnillâhi ve mâ kâne minel muntasırîn(muntasırîne).” (Kasas suresi 81.ayet)
“Sonunda onu da, sarayını da yerin dibine batırdık. Allah’a karşı ona yardım edebilecek adamları da yoktu. Kendisini savunup kurtarabileceklerden de değildi!”
Ayette ifade edildiği üzere dünya ihtişam ve debdebesi vefasız bir yar gibi terk edip gidecekti. Hakikati bildiği halde Allah’a karşıt olan Karun’un azgınlık ve haksızlıkla hortuplayıp edindiği servet sonunda onun elinden alınmıştı. Bu çöküşü has adamları durduramadığı gibi onun iddia ettiği bilgi ve kabiliyeti de engelleyememişti. Dillere destan Karun, mal-melal, saray, ihtişam ve her şeyiyle batıp yok olup gitti.
(بِالْأَمْسِ مَكَانَهُ تَمَنَّوْا الَّذِينَ وَأَصْبَحَ) “Ve asbehallezîne temennev mekânehu bil emsi”, daha dün onun yerinde olmayı arzu edenler, onun gibi olmak isteyip Karun’a öykünenler, bu zalim ve azgının akıbetini gördüklerinde şöyle dediler:
الْكَافِرُونَ يُفْلِحُ لَا وَيْكَأَنَّهُ بِنَا لَخَسَفَ عَلَيْنَا اللَّهُ مَّنَّ أَن لَوْلَاوَيَقْدِرُ عِبَادِهِ مِنْ يَشَاء لِمَن الرِّزْقَ يَبْسُطُ اللَّهَ وَيْكَأَنَّ يَقُولُونَ “Yekûlûne vey ke ennellâhe yebsutur rızka li men yeşâu min ıbâdihî ve yakdir(yakdiru), lev lâ en mennallâhu aleynâ le hasefe binâ, vey ke ennehu lâ yuflihul kâfirûn.” (Kasas suresi 82.ayet)
“Vay! Demek ki Allah, kullarından dilediği kimselere rızkı bol verir ve (dilediğine) kısarmış. Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki kâfirler iflah olmayacak demeye başladılar.”
“Ve yakdiru, lev lâ en mennallâhu aleynâ le hasefe binâ”, ‘Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi’ ifadesi onların belirli bir konumda varlık ve statü sahibi olduklarını ifade eder. Tehlikeyi görünce mevcuda razı olmuşlardır. Ancak Karun’a verilenlere sahip olduklarında yinede onun gibi davranacaklardır.
Karun kıssası mealen şu ayetle sonlanır:
“İşte ahiret yurdu. Biz, onu yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayanlara has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır. O Âhıret evi (son yurd) biz onu öyle kimselere veririz ki yer yüzünde ne bir kibir ne de bir fesad istemezler, ve o akıbet korunan müttekılerindir Ama âhiret diyarına gelince: Biz orayı dünyada büyüklük taslamayanlara, fesatçılık ve bozgunculuk peşinde olmayanlara veririz. Hayırlı âkıbet, günahlardan sakınanlarındır.” (Kasas suresi 83.ayet)