Îtidâl; bir şeyin kemiyet ve keyfiyet itibariyla iki hal arasında, doğru, düzgün, müstakîm ve mütenâsib olması demektir. Denge, tabiîlik, istikrâr, uygunluk, zindelik mânalarını da ifâde eder. Îtidâl, ifrat ve tefrite kaçmadan orta bir yaklaşım tarzını tâkib etmektir.
İtidalli olmak kelimenin anlamında belirtildiği gibi kişilerin soğukkanlı davranması ve konular karşısında ılımlı olması anlamına gelmektedir.
Cenâb-ı Hak kâinâtı ve bütün varlıkları dengeli bir şekilde yaratmış ve kullarına da her hususta ölçülü ve îtidalli davranmalarını emretmiştir. Âyet-i kerîmede: “Allah semâyı yükseltti ve mîzânı koydu. Öyleyse, sakın taşkınlık edip ölçüyü bozmayın!” buyurmuştur. (er-Rahmân 55/7-8)
Vehb bin Münebbih şöyle der:
“Her şeyin iki ucu ve bir ortası vardır. Bu uçların birinden tutulursa, diğer uç ağır basar; ortasından tutulursa, iki uç da dengede kalır. (Öyleyse) her şeyin ortasından tutmaya bakın!” (Heysemî, VIII, 112)
Dış dünyâda olduğu gibi insanın psikolojik ve duygusal yetenekleri arasında da bir uyum bulunmalıdır. Bu uyum ahlâkî yaşayışın esâsını teşkil eden üç temel kabiliyetin îtidalli olmasına bağlıdır. Buna göre akıl gücünün dengeli işleyişinden hikmet, şehvet gücünün îtidalli işleyişinden iffet, gazab gücünün dengeli işleyişinden de şecâat fazîletleri doğar. İnsanın iç dünyâsında bu dengelerin oluşması da adâlet denilen dördüncü temel fazîleti meydana getirir ve böylece tam bir ahlâk gerçekleşmiş olur.