Yaşamda karşılaşılan olaylar, kişinin taşıyabileceğinden daha ağır bir yüke dönüştüğünde, ruh kendine has otomatik bir koruyucu sistemi devreye sokar.
Duygular, kilitlenir…
Hisler kapanır…
Zihin, algı gücünü düşürür…
Bu sayede insan, istemsiz ve bilinçaltı bir reaksiyonla “ruhunu korur…”
Bu durumdaki kişi, büründüğü koruyucu zırh ile alacağı darbelere karşı daha korunaklı olmasını anlık hissizleşmesine, duyarsızlaşmasına, yaşadığı olaylara yorum getiremeyecek derecede zihinsel algısının düşmesine borçludur.
Örneğin, çocuğuna araba çarptığını gören bir annenin, duygu dünyası birden kilitlenir. Herkes bir telaş içinde sağa sola koşturur, bağırır-çağırırken, o, o an, öylece kalakalır. Halk tabiri ile “şok” geçirir. Bu hal, o annenin, ruhsal koruyucu mekanizmasının ani bir atak ile deveye girmesinin sonucudur.
İşte buna “travma” diyoruz…
Travma; kişinin başa çıkabilme yeteneğini aşan olaylar karşısında, ruhsal kilitlenmişlik halidir, geçici bir şok durumudur.
Her ne kadar geçici olsa da, yaşanan travmatik olaydan sonra kişi, önceki yaşamına kolay dönemez. Buna da; “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” diyoruz.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu vaktinde tedavi edilmezse, ilerleyen yıllarda birtakım ruhsal rahatsızlıklara, davranış sapmalarına yol açar.
Çok sevdiği bir öğretmeninden dayak yiyen bir çocuktan tutun, karanlık sokakta önü kesilen bir kadının yaşadığı ürküntüye kadar farklı olaylar travmalara sebep olabilir.
Çoğu defa böylesi travmatik hatıralar, kişide “gece korkularına, sebebi bilinmeyen huzursuzluklara, dipten gelen bir panik haline, ağlama nöbetlerine” yol açar.
Böylesi kişiler, travmadan arta kalan bunaltıcı huzursuzluklarını önce en yakınlarına, eş ve çocuklarına, daha sonra sosyal çevresine yönlendirirler ki, bu da bir “savunma” çabasıdır aslında.
Vietnam savaşına katılan askerlerin Travma Sonrası Stres Bozukluğu üzerine çalışmalar yapan Amerikalı Psikiyatr Dr. John Grove; böylesi kişilerin, sürekli bir “alarm” halinde olduklarını, yaşadıkları güven kaybından dolayı tedirgin bir ruh hali ile “savunmacı” yaşam sürdüklerini ifade etmiştir. Tedavi edilmeyenlerin yüzde 80’i ise, yaşadıkları olayları tekrar tekrar hatırlamamak için madde bağımlısı olduklarını rapor etmiştir.
Yine, yapılan röportajlarda, bu durumda olan kişiler kendi duygu durumlarını; “İçimde engel olamadığım bir şiddet isteği var” diye tarif etmektedirler.
Ülkemiz, onurlu bir davranış sergileyerek, komşu ülkelerden gelen savaş mağdurlarına kucak açtı. Suriye’den, Irak’tan, İŞİD’den kaçanlar artık bizlerle birlikte yaşamaya başladılar. Komşumuz oldular. Sokakta çocuklarımızın oyun arkadaşı.
Ancak unutmamak gerek ki, komşularımız travmatik geçmişe sahipler. Onlara sadece ekmek, su ve deterjan temin etmek yetmez. Asıl ihtiyacı olan şey, sosyal yaşama yeniden entegre olmaları için psikolojik destektir. Bu insanlık borcumuzdur.
Yaşadıkları travmalar öyle yenilir yutulur cinsten de değil onların.
Onlar, gökten ne zaman düşeceği belli olmayan bombaların gerginliğini iliklerine kadar hissetmiş insanlar… Onlar, ağzına kurşun sıkılarak öldürülen komşularının hayatta kalma yalvarışlarını kulakları ile işitmiş insanlar… Onlar, karısı ve kızını İŞİD’e kaptırıp yaşadıklarına bin pişman olarak ülkemize gelmiş insanlar…
Artık milyonları bulan ve ülkemizin her yerinde komşuluk ilişkileri başlattığımız bu kişilere, yaşadıkları travmalardan kurtulmaları için psikolojik destek sunulmaz ise, korkarım ki, bir süre sonra, kurbanının kimlerin olacağı belli olmayan ve hiç görmediğimiz türden cinnet olaylarının şahidi olacağız.