Peygamberimizin ahlâkı bir meleke halindeydi, öz olarak mevcuttu. Hz. Peygamber, hem satmış, hem satın almıştır, hem kiraya vermiş ve hem de kiralamıştır. O’ndan bize intikal eden yalnızca peygamber olmadan önce ücretle koyun sürüsü gütmesi ve bir yolculuğu esnasında Hz. Hatice’nin malını Şam’a götürmesi olaylarıdır.
İslam dini belli bir kâr oranı getirmemiştir. Kârı belirleyen piyasa şartlarıdır. Bir mal piyasada ne kadar ise üç aşağı beş yukarı bir fiyata satılabilir. Müşteriyi aldatacak kadar fahiş bir fiyatla malı satmak ise caiz değildir.
Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- buğday satan bir adama rastladı. Satıcıya:
"Nasıl satıyorsun?" diye sordu.
Adam da kendince anlattı. O esnada Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve selleme:
"Elini onun (buğdayın) içine daldır!” diye vahy (işaret) edildi.
Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem- de elini daldırdı ve buğdayın ıslak olduğunu gördü. Bunun üzerine,
“İnsanların görmesi için ıslak olanı üst tarafına koysaydın ya! Aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 164) buyurdu.
“Âdemoğlunun iki dere dolusu malı olsa bir üçüncüsünü ister. Ademoğlunun içini / karnını topraktan başka bir şey dolduramaz.” (Buhârî, Rikâk, 10; Müslim, Zekât, 116)
Hazret-i Ömer -radıyallâhü anh-, bir kimse methedildiği zaman, methedene, üç şeyi yâni:
“Hiç sen onunla; komşuluk, yolculuk veya ticâret yaptın mı?” diye sordu.
Muhâtabı üçünü de yapmadığını söyleyince:
“Zannedersem, sen onun câmîde Kur’ân okurken başını salladığını gördün!” dedi.
Adamın da: “Evet, yâ Ömer! Benim gördüğüm öyle idi.” ifâdesi üzerine Ömer -radıyallâhü anh-: “O zaman medihte bulunma! Zîrâ ihlâs, kulun boynunda değildir.” buyurdu. (bk. Haraitiî, Mekarimu'l-ahlak, 1/185)