Veda Hutbesi’ndeki Temel İnsan Hakları
Veda Hutbesi, -müstakil bir insan hakları beyannamesi olarak nitelendirilmese de- bütün insanlara yönelik olarak temel insan haklarını içeren evrensel mesajların verildiği bir vesikadır. Bu anlamda, temel insan hakları düşüncesinin oluşmasında ve benimsenmesinde önemli bir adım oldu.
1.Yaşama hakkı
“Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise canlarınız, mallarınız, namus ve şerefiniz de öylece mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.”
Her bireyin yaşama hakkı vardır. Doğuştan sahip olunan haklardan biri olan hayatın dokunulmazlığı ve yaşama hakkı tüm insanlar için zorunlu bir haktır. Zira yaşama hakkı elinden alınan bir kişinin başka haklara sahip olması söz konusu değil. İslam da, insanlar arasında din ayrımı yapmaksızın bu konuda kurallar oluşturdu. Veda hutbesindeki bu cümlelerden hayatın dokunulmazlığı prensibinin olduğu sonucuna varılır. Kur’an-ı Kerim’de “Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın öldürülmesini haram (yasak) kıldığı cana kıymayın…” (İsra, 17/33.) buyrulur. Yani birtakım hukuki sebepler dışında insanların canları dokunulmazdır. Zaten bu hukuki yetki de tamamen devlete verilir. Kişilerin böyle bir ceza vermesi mümkün değildir.
Bireyin doğuştan sahip olduğu haklardan biri belki de en önemlisi yaşam hakkıdır. Irkı, rengi, dili, cinsiyeti ne olursa olsun tüm insanların hayat hakkının olduğu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3. Maddesinde de vurgulanır. Tüm insanların hayatı kendi hayatımız gibi kutsal ve dokunulmazdır.
2. Mülkiyet hakkı
“…mallarınız… Öylece mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.”
Mülkiyet, insanın bir mala, bir nesneye ve bir eşyaya sahip olmasını ifade eder. Mülkiyet hakkı ise insanın sahip olduğu şeyleri kullanma yetkisi ve sorumluluğudur. İslam özel mülkiyeti, kişilerin mal mülk sahibi olmalarını, helal kazanç, hibe, miras gibi meşru yollardan elde edilmiş olmak şartıyla caiz görmüş ve mülkiyet hakkını korumak için tedbirler alır. Mal edinme ve muhafaza da en önemli haklardan biridir. Hz. Peygamber Veda Hutbesinde yukarıdaki cümleyle insanın mülkiyet hakkına sahip olduğunu, meşru ölçüler içerisinde dilediği gibi mal edinme ve bu malı tasarruf etme hakkına sahip olduğunu ve haksız yere elinden alınamayacağını vurgular. Mülkiyet, İslam dininin caiz gördüğü çalışma, miras ve ticaret gibi meşru bir yoldan edinilmiş olmalıdır. Bu nedenle, hırsızlık, kumar, rüşvet, ihtikâr ve tefecilik gibi İslam’ın meşru saymadığı yollardan mülk edinmek caiz değildir. İslam’da hırsızlığın yasaklanması ve buna verilen cezalar da aslında malın korunmasına yönelik tedbirlerdir. Nitekim Kur’an’da; “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla (haram yollarla) değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin.” (Nisa, 4/29.) diye buyrularak mülkiyet hakkı garanti altına alınmış ve kişinin mülkiyet hakkına tecavüz yasaklar.
3. İffet/namus dokunulmazlığı
Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde vurguladığı “…namus ve şerefiniz de öylece mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.” ifadesi ile ırz ve namusun dokunulmaz olduğunu açık bir şekilde ortaya koyar.
İnsanların sahip olduğu dokunulmazlıklardan biri de ırz ve namus kavramlarıdır. Irz, başkaları tarafından saygı gösterilmesi gereken iffet ve şeref; namus ise edep, hayâ ve iffet şeklinde tanımlanır. Kişinin özel hayatı ile ilgili tecessüs, gizli hallerinin araştırılması, aile içi ilişkileri ve aile hayatına ilişkin sırların ifşa edilmesi gibi hususlar haram kılınmış ve yasaklanmıştır. Hz. Peygamber konuyla alakalı bir hadis-i şerifinde; “Kim malını, canını, dinini, ırz ve namusunu korumak için mücadele ederken öldürülürse o şehittir.” (Buhari, Mezalim, 33.) buyurarak, bunları koruma noktasında aile bireylerine meşru müdafaa hakkı tanır. Bu açıklama, can, mal, ırz ve namus gibi hususiyetlerin insan için ne kadar önemli ve dokunulmaz olduklarının bir göstergesidir.
4. Eşitlik hakkı
“Ey insanlar! Rabbiniz bir, babanız birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah katından en değerli olanınız, O’na en çok saygı gösterip, emirlerine uyanınızdır. Arap’ın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur. (Eğer varsa) bu, ancak takva iledir…”
Eşitlik, insan onuruna yaraşan ve bireylere mutlaka sağlanması gereken bir nimettir ve en önemli haktır. Bu hakka insanlar ancak asırlar süren kan ve gözyaşlarıyla dolu mücadelelerden sonra kavuşabildi. İlk Çağ tamamen, Orta Çağ ise, büyük kısmı itibarıyla eşitliğin değil, eşitsizliğin hâkim olduğu devirlerdi. Hatta XX. asrın başlarında Amerika gibi devletlerde bile ırk ayrımı, yani siyah-beyaz ayrımı yapıldı ve pek çok ülkede hâlâ devam eder.
İslam’da tüm insanlar, insan olmaları hasebiyle eşittir. Hiç kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük konusunda tek ölçüt takvadır. Bu durum Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurat, 49/13.)
Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde insanların birbirinden üstün olmadığını ifade ettiği veciz sözler, bütün insanların yaratılış itibarıyla ve insan olmaları hasebiyle birbirlerine eşit olduklarını net bir şekilde ortaya koyar. Yine Hz. Peygamber’in, bir başka hadisinde; “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler.” (Acluni, Keşfü’l-Hafa, Hadis no: 2847.) buyurması, bu yargıyı perçinler.
İnsanlar aynı zamanda kanun önünde de eşittirler. Bundan maksat, insanların hukuki münasebetlerde, yani haklardan istifade ve yükümlülükleri ifada eşit olduklarını kabul etmektir. Yani renk, dil, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç sebebiyle insanlar arasında ayırım yapılamaz. Nitekim Kureyş’ten asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. Bu durum ailesine ağır gelmiş ve cezasını affettirmek için bir yol arıyorlardı. Sonunda Rasulüllah’ın dostu Üsame’yi elçi olarak gönderdiler. O, durumu arz ettikten sonra, Hz. Peygamber bundan hoşlanmamış ve “Sizden önceki milletlerin helak olmalarının sebebi şudur ki; içlerinden şerefli birisi hırsızlık edince onu bırakır, cezalandırmazlar; zayıf birisi hırsızlık edince ona el kesme cezası uygularlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma da hırsızlık etse, şüphesiz onun da elini keserdim.” (Müslim, Hudud, 8.) buyurmak suretiyle herkesin kanun önünde de eşit olduğunu ifade etmiştir.
Allah (c.c.) insanı şerefli ve üstün bir varlık olarak yarattı ve ona insanca yaşayabilmesi için her türlü hak ve sorumluluğu kendisine tanıdı. Veda Hutbesi, hem insanın kendisinin sahip olduğu temel hak ve hürriyetleri, hem de başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması ve hak tecavüzü yapılmaması için insanlara yol gösteren muhteşem bir manifestodur.