Yüce Allah, insanoğlunu varlıkların en mükemmeli olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan, ilahî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya da sahip değildir. Bu sebeple Allah, insanların arasından seçtiği peygamberleri kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak ve emirlerini açıklamakla görevlendirmiştir.
"İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da Kur’ân'ı indirdik". (Nahl, 16/44).
Âyetlerde de belirtildiği gibi Peygamber Efendimiz (sav) vahiy yoluyla Allah'tan aldığı emirleri insanlara sadece ulaştırmakla kalmamış, aynı zamanda açıklamıştır da. Bu anlamda sünnet, Kur’ân'ın evrensel planda Hz. Peygamber (sav) tarafından yorumlanması demektir.
Sünnet, Hz. Peygamber’den (sav) Kur’ân-ı Kerîm dışında sadır olmuş her türlü söz, fiil ve takrirlerden oluşmaktadır. Şer'î delillerin ikincisi olan sünnetin tarifinde "peygamberlik", vazgeçilmez unsurdur. Rasûl-i Ekrem’in (sav) peygamberliğinin başlangıcından vefatına kadar, Kur’ân dışında söylemiş olduğu her söz veya yaptığı her fiil, kısacası onun yaşadığı hayatın her anı (sîret, siyer) sünnet kavramı içinde yer alır.
Kur’ân-ı Kerîm'in eksiksiz, yeterli olmasına ve dinimizin de ikmal edilmiş bulunmasına rağmen, sünnetin ifade ettiği bir yorum ve anlatıma ihtiyaç duyulduğu muhakkaktır. Yüce kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu elbette bir hakikattir. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı olduğu için, onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Diğer taraftan, sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. Çünkü insanlar, anlamadıkları şeylerden sorumlu tutulamazlar. Bu sebeple kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona onu anlatmak lazımdır. En iyi, en güzel, en doğru açıklamayı da elbette Kur'ân ayetlerini tebliğ eden Peygamber yapacaktır.