Hamd, Arapça, övmek manasınadır. Yüceltmeyi, ifâde etmek üzere methetmek, sena etmek demektir. Şükür; nîmetlerin asıl sahibini tanımak ve onları ihsân eden Rabbine; özü, sözü ve davranışlarıyla itaat hâlinde bir hayat yaşamaktır. Hamd ve şükür, yalnızca dille olmaz. Gerçek bir hamd ve şükür, birbirine bağlı üç unsurdan oluşur. Bunlar; ilim, hâl ve ameldir.
Şükür; nîmetlerin asıl sahibini tanımak ve onları ihsân eden Rabbine; özü, sözü ve davranışlarıyla itaat hâlinde bir hayat yaşamaktır. Buna göre, bütün nîmetlerin Hakʼtan olduğunu bilip dil ile şükretmek gerektiği gibi, o nîmetlerden mahrum olanlara ikram etmek de, fiilî şükrün en güzel tezâhürlerinden biridir.
Ayrıca, mânen terbiye olmamış ham bir nefsin arzu ve ihtiraslarının sonu gelmez. Şükretmesini bilmeyen, kanaat ve rızâ mahrumu insanların hâlini, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle tasvîr eder:
“İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, bir vadi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…”(Buhârî, Rikāk, 10; Müslim, Zekât, 116-119)
Hamd ve şükrü fiili olarak sergilemek
- İlim; bütün nîmetlerin Hak’tan geldiğini bilmektir.
- Hâl; nîmetlerin gerçek sahibine karşı tâzim, hürmet ve muhabbet duymaktır.
- Amel ise; bu duyguların gerektirdiği minvâl üzere yaşayıp şükrü kavlen ve fiilen ifâde etmek, nîmetleri Hakk’ın rızâsına uygun olarak kullanmaktır.