“Onlar cehennemde, ‘Ey Rabb’imiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim.’ diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fâtır suresi, 37. ayet.)
Âhiret sahnelerine yer veren bu ve benzeri âyetlerde, dünyada iken yapılan uyarıları hafife alan inkârcıların kötü âkıbetle karşılaştıklarında kendilerine yeni bir fırsat verilmesi için çırpınmaları tasvir edilir ve bu feryatların hiçbir yarar sağlamayacağı vurgulanır.
Kâfirler için cehennemde bir hayat yoktur ki, yaşayıp ondan istifade edebilsinler. Ölüm yoktur ki, ölüp istirahata erebilsinler. Onlar ebediyen azap içinde olacaklar ve Rablerine karşı perdeli bulunacaklardır. Azapları da hiçbir zaman hafifletilmeyecektir. Yırtınırcasına, avazları çıktığı kadar feryat edecekler, cehennemden çıkıp dünyaya dönmeyi isteyeceklerdir. Fakat bu artık imkânsızdır. Bu taleplerine karşı Cenâb-ı Hak onları iki önemli noktaya temas ederek azarlar:
Size, düşünüp ders ve öğüt alacak kişinin, düşünüp öğüt alabileceği bir ömür vermedik mi?
Size Allah’ın azabını haber veren bir peygamber gelmedi mi?
Bu ilâhî ikazlardan, elbette istifade etmesi gerekenler, henüz ölüm gerçeği ile karşılaşmamış olup elinde fırsat bulunan kimselerdir. Hayatta olan tüm insanlıktır. Nihâî noktada şâirin:
“Kimi vicdâna dokundu, kimi cism ü câna
Zevk nâmıyla ne yaptımsa peşiman oldum” (Nâmık Kemâl) şeklinde dile getirdiği çaresi olmayan bir pişmanlığa düşmemek için, Peygamber (s.a.s.)’in uyarılarına kulak vermek ve kalan ömrü âhiret gerçeğini dikkate alarak yaşamak zaruridir.