Esham usulü, Osmanlı Devleti zamanında görülen bir iç borçlanma çeşididir. Devletin ekonomik yapısında meydana gelen bozulmalar nedeniyle oluşan para ihtiyacını gidermek için III. Mustafa zamanında uygulanmaya başlamıştır.
Esham kelimesi, pay ve hisse gibi anlamlara gelmektedir. Osmanlı dönemindeki pay ve gelir ortaklığı senetlerini ifade etmekteydi. Devlet, para ihtiyacını karşılamak için, bu senetleri para karşılığında satmaya başladı. Mukata adı verilen vergi kalemlerine ait yıllık gelirler, sehimler (senet) hâlinde dilimlere ayrılmaktaydı. Bu dilimlerin parçalarına ise muacele denilmekteydi. Muaceleler, peşin para karşılığında isteyen herkese satılabiliyordu.
Satın alınan muacelelerin %5'i veya %10'u miktarındaki harcı hazineye yatıranlar, kendi adına düzenlenen sehimlere sahip olabiliyordu. Bu sehimler, başkalarına satılabiliyor, fakat miras yoluyla devredilemiyordu. Bir sehmin sahibi öldüğü takdirde, sehim Hazineye geçiyordu.
Esham kelimesi “pay, hisse” anlamındaki sehmin çoğuludur. Osmanlı hukukunda miras ve vakıfla ilgili metinlerde bu anlamı ile kullanılır. Bir maliye terimi olarak ilk defa, 1775 yılında uygulamaya konularak 1860’lı yıllara kadar mahiyetini değiştirmeden devam eden belirli bir iç borçlanma sistemini ifade eder.
Sistemin özü şudur: Mukātaa adıyla bilinen vergi kalemlerinden bazılarına ait yıllık nakdî gelirlerin, faiz denilen belirli bölümlerinin sehimler halinde dilimlenerek özel şahıslara “muaccele” adı verilen bir peşin meblağ karşılığında kaydıhayat şartı ile satılmasıdır. Satışa sunulan, bir mukātaaya ait yıllık nakdî gelirin hiçbir zaman tamamı değil sadece faiz denilen belirli bölümüdür. Bu gelirin geriye kalan ve mal adı verilen bölümü eshama bağlanarak satılamaz. Askerlerle diğer görevlilere ve emeklilere verilen maaşlarla, bir kısım devlet kuruluşlarına ait zorunlu giderlere karşılık olmak üzere uzun süre boyunca âdeta sabitleşmiş gibi kalan bu bölümün başka amaçla kullanılması mümkün değildir. Ancak her mukātaanın zamanla geliri arttıkça bu sabitleşmiş yıllık miktarın üstünde kalan bölümüne “gelir fazlası” anlamında faiz adı verilir ve hazine bunları daha esnek şekilde kullanma imkânına sahip olurdu. Bir kısım büyük mukātaaların sehimler halinde dilimlenerek satışa sunulan bölümü bu faiz denilen fazlalardan oluştuğu için her sehme ait gelir dilimine de faiz adı verilir.