Peygamber Efendimiz, kurulmakta olan cemiyeti, kabîle, kavim, ırk, kölelik-hürlük, zenginlik-fakirlik gibi sınıf esâsına göre değil, sâdece ve sâdece İslâm kardeşliği temeli üzerine binâ etmiştir. Böylece içtimâî yapı itibâriyle büyük farklılıklar arz eden insan gruplarını, âdeta bir potada eritmek sûretiyle İslâm toplumunu inşâ etmiştir.
Resûlullâh teblîğine başladığı andan itibâren İslâm’a girenleri, hangi ırk, kabîle ve milletten olurlarsa olsunlar, eşit kabûl etmiş ve aralarında İslâm kardeşliğini tesis etmiştir. Biri hicretten önce, diğeri de sonra olmak üzere iki defâ aralarında “muâhât” yâni “kardeşlik akdi” yapmıştır. Mekke’deki muâhât, Kureyş’e mensup bâzı Müslümanların âzatlı kölelerle kardeş îlân edilmesidir. Meselâ Zeyd bin Hârise ile Hazret-i Hamza, Ebû Huzeyfe’nin âzatlısı Sâlim ile Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Bilâl-i Habeşî ile Ubeyde bin Hâris (r.a.) kardeş olmuşlardır.
İslâm’ın ilk yıllarından beri bu şekilde birbirlerine kenetlenen Müslümanlar, hicretten sonra ikinci bir kardeşlik örneği daha sergilediler.
Her bir muhâcir âileyi, Medîneli bir âile yanına aldı. Böylece aralarında kardeşlik ahdi gerçekleştirilen sahâbîler birlikte çalışacaklar, elde ettikleri kazancı paylaşacaklardı. Ensâr, fazla arâzîlerini Resûlullâh Efendimiz’e bağışladı ve Peygamber Efendimiz de bunları Muhâcirler arasında taksîm etti. Ensâr, bu kadarla da kalmayarak şu cömert teklifte bulundu:
“–Yâ Resûlallâh! Hurmalıklarımızı da Muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır!” Peygamber Efendimiz:
“–Hayır, öyle olmaz!” buyurarak kabûl etmeyince Ensâr, Muhâcirlere:
“–Öyle ise ağaçların bakım ve sulama işini siz üzerinize alınız da mahsulde ortak olalım!” teklifinde bulundular. Peygamber Efendimiz’in de muvâfakatiyle her iki taraf:
“–İşittik ve itaat ettik!” diyerek bu teklîfi kabûl ettiler. (Buhârî, Hars, 5)