- Üç dört yaşlarında bir çocuk parkta gördüğü akranına yalvaran gözlerle “Arkadaşım olur musun?” diye sordu.
- İlkokula giden çocuk teneffüste oynayan gruba yaklaşıp “Ne olur beni de oyuna alın, isterseniz hep ebe olurum” diye boynunu büktü.
- Altı yedi yaşlarında bir çocuk odasında; hayali arkadaşıyla oyun oynuyordu.
- Annesi, on yaşındaki çocuğu bilgisayar başından kaldıramıyordu. Tanımadığı kişilerle mesajlaştığını görünce endişelendi.
- ……..
Evlerde, parklarda, okulda bunlar yaşanırken, her gün haberlerde yanlış sosyal çevrelere girerek zarar gören onlarca gencin haberi yayınlanıyordu.
Çocuklar neden böyle davranıyorlar?
Çünkü insan sadece bedenden ibaret değil, bir de ruhu var. Nasıl bedenin beslenmeye, nefes almaya ihtiyacı varsa, ruhun da diğer insanlarla konuşmaya, dinlenmeye, önemsenmeye, sevilmeye, duygu ve düşüncelerini başkalarıyla paylaşmaya kısaca sosyal çevreye ve arkadaşa ihtiyacı vardır.
İnsanlar, çocukluğundan başlayarak tüm gelişim sürecinde bu ihtiyacını; ailesiyle, akrabalarıyla, okul veya mahalle arkadaşlarıyla, iş arkadaşlarıyla veya çeşitli informal gruplar içinde karşılar.
Tüm bu sosyal ilişkiler, insanın birey olarak gelişmesini ve toplumda var olmasını sağlar. Bu sosyal gelişimi başaramayan insanların bir yönü eksik kalır ve kişilikleri kemale eremez. İnsanın fiziksel gelişimini bir ağacın gövdesine, sosyal gelişimini ise yapraklarına, çiçeklerine, meyvelerine benzetmek yerinde olur. Sosyal anlamda var olamayan birey, yaprağı, çiçeği, kokusu, gölgesi olmayan kuru bir ağaç gövdesinden ibarettir. Yani aslında bireyi insan yapan onun sosyal yönüdür.
Hiç arkadaşı olmayan ve iletişim kuracak kimsesi bulunmayan insanlarda, çevreyle iletişim kurma arzusu çok artar. Başkalarıyla iletişim kurabilmek için aşırı çaba içerisine girerler. Bu duruma “sosyal açlık” denir. Şayet bu açlık doğru şekilde doyurulamaz ise bireyler bu durumdan yaşamları boyunca olumsuz etkilenirler. Ya kendilerine en küçük ilgi gösteren kişilerin olumsuz etkilerine maruz kalır veya bir süre sonra bu ihtiyacını karşılamaktan vazgeçerek içine kapanıp a-sosyal bir bireye dönüşürler.
Salgın süreci, hem yetişkinlerin hem de çocukların sosyal yaşantısını olumsuz etkilemiştir. Özellikle çocukların evlerde kalması, uzaktan eğitim nedeniyle uzun süre arkadaşlarıyla bir araya gelememesi, parklarda grup oyunları oynayamaması çocuklarda sosyal açlık oluşturmuştur.
Çocukların bu açlık nedeniyle dışarıda bulamadığı arkadaşlığı artık sanal ortamda aradıkları internet üzerinden hiç tanımadıkları kişilerle bile iletişim kurmaya ve arkadaş olmaya çalıştıkları, çeşitli oyun gruplarına katılarak tanımadıkları insanlarla ekip oluşturdukları görülmektedir. Bu ortamdan olumsuz etkilenen çocukların çabuk öfkelenme, küfretme, kendini kontrol edememe, büyüklere karşı saygısızlık, söz dinlememe, sorumluluklarını yerine getirmeme gibi olumsuz davranışlarının artığı görülmektedir.
Anne babalar neler yapmalı?
Bazı anne babalar, çocuklarıyla arkadaşlık yaparak, onların sosyal açlığını karşıladıklarını düşünmektedirler. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Anne babanın, kardeşin veya akrabalarla iletişimin bir çocuğun sosyal yaşamındaki yeri ile arkadaşların yeri farklıdır. Sadece aile veya kardeşle iletişim halinde olmak arkadaşlarla iletişimsizliğin oluşturacağı boşluğu asla dolduramaz. Bu şekilde büyüyen çocukların hep bir yanları eksik kalır. Öncelikle bunu idrak etmek gerekir.
Salgın nedeniyle yapacak bir şeyimiz yok diyen anne babalar da olacaktır. Doğrudur, zor günlerden geçiyoruz, salgın tüm yaşamımızı etkiliyor ve evlerimize kapanıyoruz. Lakin çocuklarımız bu süreçte büyümeye devam ediyor. Onların daha sağlıklı kişilik geliştirmeleri için bizler de çaba sarf etmeliyiz. Salgın sürecinde çocuklarımızın sosyal açlığını bir nebze de olsa doyurabilmek için kısa süreli de olsa ara sıra arkadaşlarıyla görüşmelerini, açık alanlarda oyun oynamalarını sağlamalıyız. Sokağa çıkma yasaklarının olduğu günlerde arkadaşlarıyla telefon veya sosyal medya üzerinden görüşmelerine, pedagojik açıdan zararı olmayan bazı grup oyunlarına tanıdık arkadaşlarıyla katılmalarına (sınırlı sürede) fırsat vermeliyiz.
Salgın sürecinde çocuklarımızın ders başarılarına odaklanıp onların psikososyal gelişimlerini ikinci plana attık. Bilgi eksikliği er yada geç telafi edilebilir ancak kişilik oluşumunda ve tutumlarda oluşacak hasarın telafisi daha güçtür. Bu yüzden çocuklarımızın psikososyal gelişimlerine de en az dersleri kadar önem vermenizi öneririm.