Akıl almak: danışmak, görüş almak.
Akıl almamak: inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek.
Akıl bırakmamak: kafa karıştırmak.
Akıl danışmak: bir konuda birinin görüşünü sormak:
“O cinayeti işlemeden evvel gelip bize akıl mı danıştın?” - P. Safa.
Akıl durdurmak: bir şey çok şaşırtıcı olmak, insanı şaşırtmak.
Akıl erdirememek (ermemek):
1) Ne olduğunu anlayamamak, sırrını çözememek:
“Çalıştıkça da borcumuz azalacağına artıyor, işte buna bir türlü akıl erdiremiyorum.” - Halikarnas Balıkçısı.
2) Kabul edememek.
Akıl erdirmek: Ne olduğunu anlamak, sırrını çözmek:
“Yaşadığımız müddetçe bu muammaya akıl erdirmek bizim için pek kabil değildi.” - H. C. Yalçın.
Akıl ermek: anlamak, çözmek.
Akıl etmek: herhangi bir önlem veya çareyi zamanında düşünmek: “Duvar saatine bakmayı akıl ettiğinde ise zihni adamakıllı bulandı.” - İ. O. Anar.
Akıl havsala almamak: akla mantığa sığmamak:
“Artık bu kadarını akıl havsala alamaz.” - R. H. Karay.
Akıl hocalığı taslamak: bir işte doğruyu, iyi olanı gösterdiğini sanmak:
“Burada akıl hocalığı taslıyorum ama ben böyle akılsızlıkları çok yapıp birkaç kere sorunla karşılaştım.” - R. Erduran.
Akıl işi değil: “akla uygun değil, doğru değil” anlamında kullanılan bir söz.
Akıl öğretmek: birine nasıl davranacağını göstermek, yol göstermek, akıl vermek:
“Sana ne oluyor? Akıl öğretecek sen mi kaldın?” - N. Hikmet.
Akıl vermek: akıl öğretmek.
Akıl yürütmek:
1) Herhangi bir konuda fikir vermek;
2) Tahminde bulunmak.
Akılda tutmak: unutmamak.
Akıldan çıkarmak: 1) düşünmemek; 2) unutmak.
Akıllı geçinmek: kendini çok akıllı sanmak:
“Akıllı geçinen kadınlardan beklenebilecek tepkileri vermedi hiç.” - R. Erduran.
Akıllı olmak: gerçeklere uygun davranmak:
“Mesut olmak için akıllı olmak kifayet eder, baht, talih bunlar boş şeydir!” - M. Ş. Esendal.
Akıllılık etmek: 1) yerinde ve uygun davranmak; 2) uyanık davranmak.
Akılsızlık- akılsızlık etmek: düşüncesiz ve yersiz davranmak.
Akla (akıllara) durgunluk vermek: hayranlık uyandırmak:
“Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin akıllara durgunluk veren bir fetihle Osmanlı mülkü hâline getirdiği İstanbul dünyanın en güzel, en harikulade şehridir.” -B. Akyavaş.
Akla fenalık vermek: çok şaşırtmak, çıldırtmak, zıvanadan çıkarmak:
“Aman ya Rabbi, akla fenalık verecek hadiseler bundan sonra başladı.” - R. H. Karay.
Akla gelmek: hatırlamak.
Akla gelmemek: 1) hatırlanamamak; 2) olabileceğini düşünmemek.
Akla hayale gelmemek: inanılmamak:
“En akla hayale gelmeyen şeylere dikkat eder, bunları derler toplar ve umumi büyük neticeler çıkarır.” - N. Hikmet.
Akla sığar gibi: aklın kabul edebileceği bir biçimde, makul: Söyledikleriniz akla sığar gibi değil.
Akla sığmamak: inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek:
“Ismarlama bir hükümdar soyu bulmak ve yaratmak pek akla sığacak bir yol görünmüyordu.” - H. C. Yalçın.
Aklı almamak: 1) biri bir şeyi anlayamamak, kavrayamamak; 2) bir şeyin olabileceğine inanmamak; 3) uygun bulmamak: Çocuğun bu geç saatte evden izinsiz çıkıp gitmesini aklım almıyor.
Aklı başına gelmek:
1) davranışlarının yanlışlığını sezerek doğru yolu bulmak:
“O zaman her şey düzelir, erkeğin de aklı başına gelir.” - P. Safa.
2) ayılmak, kendine gelmek:
“Bir hastalık hâli olduğu anlaşılan bu ilk sersemlikten sonra yavaş yavaş aklı başına gelmektedir.” - R. N. Güntekin.
Aklı başından gitmek: çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağını şaşırmak: “El âlemin çocuklarının tek evladını paraladıklarını düşündükçe aklı başından gidiyordu.” -E. Şafak.
Aklı başka yerde olmak: başka şeyler düşünmek:
“Affet Kâmuran, aklım başka yerdeydi.” -R. N. Güntekin.
Aklı bir (beş) karış yukarıda (havada) olmak: değişik sebeplerden dolayı dengeli düşünemez durumda olmak.
Aklı (bir şeye) takılmak: zihni bir şeyle sürekli olarak uğraşmak:
“Aklı bir şeye takılmış gibiydi komiserin, konuşuyor boyuna.” -N. Hikmet.
Aklı bir yerde olmak: bir iş yaparken başka bir şey düşünmek: “Aklı hep evde, Gülsüm’deydi.” -Ö. Seyfettin.
Aklı bokuna karışmak: kaba korkudan şaşırıp ne yapacağını bilememek.
Aklı çıkmak: sonucun kötü olacağını düşünerek korkuya kapılmak: Para harcayacak diye aklı çıkıyor.
Aklı dağılmak: düşünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak.
Aklı durmak: düşünemez bir duruma gelmek, şaşırmak.
Aklı ermek:
1) Anlayabilmek: “Bir sihirbaz inceliği ile başlayan iş, bir hamal kabalığı ile bitirilmeli ki neticeye aklı ersin.” - N. F. Kısakürek.
2) Akılca olgunlaşmak: “Aklı her şeye eriyor, eli her işe yatıyor.” -A. İlhan.
Aklı fikri bir şeyde olmak; düşüncesini bir konuda yoğunlaştırmak:
“Aklı fikri bostanda olduğu için bunlardan nasıl ayrılacağını tekrarlıyordu.” -O. C. Kaygılı.
Aklı gitmek:
1) şaşırmak, korkmak;
2) çok beğenmek, bayılmak: “Leman’ın aklı gitti bu anda sinemaya.” - N. Hikmet.
Aklı kalmak: beğendiği bir şeyi düşünmekten kendini alamamak.
Aklı karışmak: ne yapacağını bilememek, şaşırmak, bocalamak.
Aklı kesmek:
1) Anlamak, idrak etmek;
2) Bir şeyin olabileceğine inanmak:
“Ağzımı aradı, rahat mıydım, burada okuyacağımı aklım kesmiş miydi?” - A. Kutlu.
Aklı kesmemek:
1) Anlayamamak, idrak edememek;
2) Sonucu tahmin edememek.
Aklı sonradan gelmek:
1) Verdiği kararın yanlış olduğunu anlayıp vazgeçmek;
2) Bir şeyi sonradan hatırlayarak yapmak.
Aklı yatmak: anlamaya başlamak, olacağına inanmak:
“Söylediklerimin doğru olabileceğine aklı yatmaya başladı.” - A. Ümit.
Aklı zıvanadan çıkmak: delirmek, aklını oynatmak.
Aklıma gelen başıma geldi: “olmasından korktuğum şey oldu” anlamında kullanılan bir söz.
Aklın süzgecinden geçirmek: etraflıca düşünmek, çok iyi muhakeme etmek:
“Aklın olmadıktan sonra istediğin denli deneylerden geç. O deneyleri aklın süzgecinden geçirmedikten sonra.” - M. İzgü.