Acemi çaylak : Toy, tecrübesiz, beceriksiz kimse.
Acemilik çekmek : -1. Bir işte bilgisiz ve deneyimsiz olduğu içjn sıkıntı çekmek. -2. Bir yerin yabancısı olduğu için bocalamak.
Acem kılıcı gibi İki tarafı (taraflı) kesmek: Yandaşlarına da, karşıtları na da zarar vermek, her iki yanı da kırmak.
Acentadan çıkma : Yeni, gıcır gıcır (araba).
Acı çekmek (duymak) : -1. Vücutta herhangi, bir yara, ezik vb. nede niyle aa duymak. -2. Yaptığı bir işin kötü sonuçlanmasından ötürü üzülmek.
Acı gelmek (bir şey, birine) : Bir söz, durum, davranış ona dokun mak, onu üzmek.
Acından ölmek : -1. Çok acıkmış olmak. -2. Açlıktan ötmek.
Acı kuvvet: Zorlayıcı, ezici güç.
Acısı çıkmak : Bir güçlüğün daha sonra olumsuz, kötü sonuçlarını gör mek, yaşamak.
Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) : Üzüntü yaratan bir olay belleğinde, gönlünde derin iz bırakmak.
Acısını almak : -1. Act tadını gidermek. -2. Sızısını, üzüntüsünü gider mek.
Acısını çekmek (bir şeyin) : Yapılan yanlış bir işin üzücü sonuçlarını görmek.
Acısını çıkarmak (bir şeyin) (bir kimseden) : -1. Uğradığı maddi ve manevi kayıpları gidermek . -2. Zamanında gereği gibi yapılamayan
bir-şeyi fırsatı düşünce fazlasıyla yapmak; telafi etmek, gidermek. -3.
Yapılan bir kötülüğe kötülükle karşılık verip öç almak; intikam almak.
Acı soğuk : Çok üşüten, sert soğuk.
Acı söylemek: Yanlış yolda olan bir kimseyi çekinmeden uyarmak, sert dille eleştirmek.
Acı tatlı: Hem hoş hem üzüntü verici olan.
Aciz bırakmak (birini) : Birini çaresiz, güçsüz duruma getirmek.
Aciz kalmak : -1. Hiç bir şey yapamayacak duruma gelmek. -2. Bütün çabalarına karşın o işi yapamamak ; çaresiz kalmak.
Acze düşmek : Güçsüz kalmak, beceriksiz olmak.
Aç açına : Aç olarak, hiçbir şey yemeden.
Aç bülaç : Perişan, yoksul, bakımsız bir durumda.
Aç gözlü : Azla yetinmeyen, doymak bilmeyen (kimse) ; haris; gözü aç.
Aç gözünü, açarlar gözünü : Çok dikkatli ol, yoksa çok şeyler kaybe dersin, acı olaylarla karşılaşırsın.” anlamında.
Açığa almak (birini) : Onu tam yetki ve sorumlulukla yaptığı, görevden
almak.
Açığa çıkarmak (birini) (bir şeyi): -1. O kimsenin görevine son ver mek ; onu kadrodışı bırakmak. -2. Bir durumu fark ederek aydınlatmak. -3. O şeyi kimyasal bir işlemle başka şeylerden ayırmak.
Açığa çıkmak: Bir durum başkalarınca anlaşılmak.
Açığa vurmak (bir şeyi) : -1. Gizli kalması gereken bir şeyi açıkla mak, belli etmek. -2. Bir davranış her şeyin belirtisi olmalı.
Açığı çıkmak : Onun sorumluluğundaki mal ya da para tutarında, tuttu ğu hesapta, eksiği olduğu anlaşılmak.
Açığını bulmak (birinin): -1. Bir hesaplamada eksiğini ortaya koy mak. -2. Birini alt etmek için, bilinmeyen, gizli kalmış bir kusurunu, hatasını öğrenmek.
Açığını kapatmak (birinin) (bir şeyin) : -1. Birinin eksik bıraktığı işleri tamamlamak. -2. Birini hesap açığını ödemek.
Açığını yakalamak (birinin) : Onun hesap hilesini, yalanını, hatalı bir işini fark etmek, bulmak.
Açık açık : Hiçbir gizli yön bırakmadan ; içtenlikle.
Açık ağızlı: Aptal görünüşlü, salak, sersem kimse için söylenir.
Açık alınla : Şerefle, şerefli bir biçimde, övünçle.
Açık bono (çek, kart) vermek (birine) : Bir kimseye bir konuda sınır sız yetki vermek, tanımak
Açık elli: Cömert kimse için söylenir, eli açık.
Açık etmek (bir şeyi): Beili etmek (Kars. İpucu vermek.)
Açık fikirli: Yeniliklere İlgi duyan, ayak uydurabilen ya da hoşgörülü bir tavır takınan (kimse).
Açıkgöz: -1. Durumları, fırsatları en iyi değerlendirebilen, becerikli, uyanık (kimse). -2. Kurnaz, işini bilen, kendi çıkarını gözeten (kimse).
Açık gözlük etmek : -1. Uyanık davranmak. -2. Fırsatlardan yararlan masını bilmek.
Açık hava : Bir binanın dışındaki yer.
Açık hava oteli: Geceyi sokakta geçirenler için sokak.
Açık kalpli: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini olduğu gibi söyle yen, samimi (kimse); açık yürekli.
Açık kapı bırakmak : Bir konuda kesin yargıya varmamak, o konuyu yeniden ele alabilme olanağını bırakmak
Açık kapı bırakmamak : Bir konuda her türlü önlemi almış olmak
Açık konuşmak: Gerçeği korkuya, çekinme duygusuna kapılmadan, gizlemeye gerek duymadan söylemek
Açıklık getirmek (İzahetme) : Konuyu daha anlatılır kılmak.
Açık mektup : Herhangi bir kimseye, kuruma hitaben yazılan ve kamu oyunu etkilemek amacıyla basın organlarında yayımlanan mektup.
Açık olmak: Hiçbir şeyi gizlememek saklamamak; içten, samimi, art
Açık oynamak: Hiçbir art düşüncesi, gizli niyeti olmamak.
Açık saçık : Yasa ve toplum kurallarına göre ayıp ve suç sayılacak öl çüde (giyim, söz; konuşmak)
Açık seçik: Çok belirgin (biçimde), açık ve anlaşılır biçimde.
Açık söylemek : -1. Kolay anlaşılır bir biçimde söylemek. -2. Çekinme den söylemek.
Açık sözlü : Düşüncelerini açıkça belirten, İçten kimse için söylenir.
Açık şehir: Bir savaşta, savunmasız olduğu önceden ilan edilen şehir.
Açıkta bırakmak (birini) : -1. Ona herhangi bir iş ya da görev verme mek. -2. Onu evsiz barksız bırakmak. -3. Onu çeşitli kişilere sağla nan hizmetten yoksun bırakmak.
Açıkta kalmak: -1. Herhangi bir işe ya da kuruluşa girememek. -2. Ev siz barksız kalmak. -3. Çeşitli kişilere sağlanan hizmetten yoksun kal mak yararlanamamak.
Açıktan açığa: Herkesin gözü önüride, gizleyip saklamadan. (Kars.
Göz göre göre.)
Açık teşekkür : Bastn organları yoluyla, ilgili kimse ya da kuruluşa İle tilen teşekkür türü.
Açık vermek: -1. Hesabı tutturamamak, gelir ile gider arasında denge kuramamak. -2. Borçlu duruma düşmek. -3. Kendini ele verecek söz söylemek ya da davranışta bulunmak. -4. Gizlenmesi gereken bir şe yi farkında olmadan belli edivermek. Açık yürekli: İçi dışı bir, dürüst kimse; Açık kalpli Açık yüreklilikle (yürekle): Hiçbir şeyi gizlemeden, samimi olarak.
Açılıp saçılmak : -1. (Kadın) Oldukça açık saçık giyinmeye başlamak.
-2. (Kadın) Oldukça serbest ve pervasız davranmaya başlamak.
Aç karnına : Boş mideyle, henüz bir şeyler yiyip içmeden.
Aç kurt (kurtlar) gibi: Aşın bir istekle.
Açlıktan gözü (gözleri) kararmak : Çok Acıkmak.
Açlıktan İmanı gevremek : Çok acıkmış olmak.
Açlıktan nefesi kokmak : Yoksul duruma düşmek.
Açlıktan ölmek: Dayanılamayacak ölçüde acıkmış olmak.
Açmaza düşmek: İçinden çıkılması zor bir durumla karşılaşmak.
Açmaza getirmek (düşürmek, sokmak) (birini) : Onu içinden zor çı kılır bir durumla karşı karşıya bırakmak.
Açtı ağzını, yumdu gözünü : “Kızgınlık, Öfke nedeniyle onur kına söz ler söyledi.” anlamında kullanılır. (Kars. Ağzına geleni söylemek.)
Ad almak : Kendisine ad verilmek.
Adama dönmek (benzemek) : Giyimi ve tavırlarıyla herkesçe beğeni lir duruma gelmek, derlenip toparlanmak.
Adam almamak (bir yer); Orası çok kalabalık olmak.
Adam başına : Her bir kimseye.
Adam etmek (birini) (bir şeyi) : -1. O kimseyi topluma yararlı bir du ruma getirmek, yetiştirmek. -2. O şeyi onarıp yarayışlı duruma getirmek.
Adamına düşmek(adamını bulmak): -1. Bir iş gerçek sahibine veril mek; bir işi en iyi, en kolay yapan kimseyi bulmak. -2. (Alay yollu) Karakterine güvenilmeyen kimseyle bir arada olmak, iş yapmak, kar şılaşmak. ,
Adam içine çıkamaz olmak (çıkamamak): Sıkılganlık, utangaçlık, yoksulluk, yüz kızartıcı bir davranış vb. yüzünden İnsanların arasına karışamamak. ^
Adam olmak : -1. Bir kimse, kendisini yetiştirip toplama yararlı bir du ruma gelmek. -2. Bir şey onarılıp işe yarar duruma gelmek.
Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek İster : “Söz konusu kimse nin yetişip topluma yararlı olması için daha çok uzun zaman çalışması gerekir.” anlamında.
Adam sen de : “Aldırma, önem verme!” anlamında.
Adam yerine koymak (birini) : Ona hak etmediği değeri vermek.
A’dan z”ye kadar: Başından sonuna kadar, bütünüyle, baştan aşağı.
Âdet görmek : Kadının ayda bir dölyatağından kan gelmek; aybaşı ol mak.
Âdet yerini bulsun diye : “Gerekli görüldüğü için değil, herkes öyle yaptığı, alışıldığı İçin.” anlamında.
Adı çıkmak (birinin): Kötü bir adla anılır olmak.
Adı (bir şeye) çıkmak: Gerçekte öyle olmadığı halde, öyteymiş gibi tanınmak; ismi (bir şeye) çıkmak.
Adı duyulmak : Ünlenmeye başlamak; ismi duyulmak.
Adı geçmek: -1. Söz konusu edilmek. -2. Adı yazılmak; ismi geçmek.
Adı kalmak : öldükten sonra da adı anılmak; ismi kalmak.
Adı karışmak (bir işe, olaya) : Söz konusu iş ya da olayda kendisinin de İlgili olduğunu söylenmek; ismi karışmak.
Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim : “Senin bulunduğun yere sezdirmeden bir yerleşeyim, bak sana ne oyunlar oynayacağım.” anlamında.
Adım atmak : Bir işe başlamak, girişmek.
Adım atmamak (bir yere ) : Oraya hiç gitmemek, uğramamak.
Adım başı(na) : Birbirine yakın yerlerde.
Adımım denk (tek) almak : Bir işte dikkati davranmak
Adını ağzına aptestte aJmak : Onu saygıyla anmak.
Adını koymak : Bir malın fiyatını, bir işin paraca karşılığını belirlemek.
Adı (bite) okunmamak: Ona hiç değer, önem verilmemek; iemi (bi le) okunmamak.
Adını (bir şeye) çıkarmak : Kendini o şey gibi tanıtmak.
Adını (defterden) silmek : Onunla İlişkisini kesmek.
Adı sanı belirsiz: Kim olduğu, kimin nesi olduğu bilinmiyen.
Adı ulu götü kuru : Çok ünlü sanılıyor ama gerçek öyle değil.
Adı üstünde ; Apaçık belli, adından da anlaşılacağı gibi.
Adıyla sanıyla : Herkesçe bilinen adı ve ünüyle; ismiyle cismiyle.
Ad takmak (birine) : Ona niteliklerine uygun bir ad vermek; isim tak mak.
Afakanlar basmak : bk. Hafakanlar basmak.
Afişte kalmak : Bir oyun pekçok kez sahnelenmek, gösterimi sürmek.
Aforoz etmek (birini) : Kızılan, sevilmeyen bir kimse ya da kuruluşla bütün ilişkileri kesmek, onu dışlamak.
Afyonu başına vurmak: Öfkesinden ne yaptığını bilmeyecek duruma gelmek.
Afyonu patlamak : Kendine gelmek.
Afyonunu patlatmak: -1. Bir kimsenin keyfini bozup sinirlenmesine yol açacak davranışlarda bulunmak. -2. Uyku sersemliğini gidermeye çalışmak.
Ağaç olmak : Birini ayakta uzun süre beklemek.
Ağına düşmek : Birinin tuzağına düşmek. Ağır aksak : Pek yavaş, aralıklı olarak.
Ağır basmak : -1. Ağırlığı fazla gelmek. -2. Bir yön, bir taraf daha üs tün gelmek.
Ağır başlı : Ciddi, tutarlı (kimse).
Ağır canlı: Çok yavaş davranan (kimse).
Ağırdan almak : Bir işi yapmak konusunda gönülsüz davranmak
Ağır duymak (işitmek) : Kulakları iyi duymamak.
Ağır elli : -1. İşlerini çabuk yapamayan (kimse);
Ağır gelmek : -1. Ağırlığı fazla gelmek. -2. Yapılması, tahammül edil mesi güç gelmek. -3. Gücüne gitmek, kırmak, incitmek.
Ağır gitmek : Bir iş normal temposundan daha yavaş yürümek.
Ağır hastalık: Tehlikeli, Ölümle sonuçlanan hastalık.
Ağırına (ağrına) gitmek: Bir davranış İncinmesine, gücenmesine yol açmak, onurunu kırmak (Kars. Gücüne gitmek, zoruna gitmek.)
Ağır İşrtmek : bk. Ağır duymak.
Ağır kanlı: Davranışları yavaş olan tembel, uyuşuk (kimse).
Ağırlığım koymak (Bir şeye, bir şeyden yana): Etkisini, gücünü, onu desteklemede kullanmak.
Ağırlık basmak (çökmek) (birine) : Üzerine bir gevşeklik gelmek, uyuyacak duruma gelmek.
Ağırlık merkezi: Bir İşin en önemli kısmı.
Ağırlık vermek (olmak) (birine) (bir şeye) : -1. Bir kimseye sıkıntı vermek. (Kars. Yük olmak) -2. Bir şeye önem vermek, öncelik tanımak.
Ağır olmak : Sabırlı, ciddi, soğuk kanlı olmak.
Ağır söz: Kalp kıran, onuru zedeleyen söz.
Ağır top : Bir toplulukta sözü gecen, yönlendirme gücü olan kimse.
Ağır uyku : Derin uyku. (Kars. Deliksiz uyku).
Ağız birliği etmek : Bir konuda aynı şeyler söylemeyi ya da yapmayı kararlaştırmak . (Kars. Aynı ağzı kullanmak.)
Ağız dalaşı (dalaşması): Sözle yapılan kavga.
Ağızdan ağıza : Biri ötekine, ötekisi de başkalarına söyleyerek.
Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinden çok farklı şeyler anlat mak.
Ağız dolusu (küfür, laf etmek) : Bol ve ağır (küfür, laf etmek).
Ağız eğmek (birine) : Bir şeyi ondan yalvarırcasına istemek
Ağız kalabalığına getirmek (birini): Konudışı sözlerle karşısındakini şaşırtıp amacına ulaşmak
Ağız kokusu : Bir kimsenin dayanılması güç davranışları, sözleri, istek leri.
Ağız tadı: Bir toplulukta, dirlik düzenlik. .
Ağız yapmak : Bir kimseyi sözle, davranışlarıyla oyalamaya, aldatma ya çalışmak
Ağlama duvarına dönmek : Herkesin derdini döküp sızlandığı biri hali ne gelmek.
Ağlamaklı olmak : Ağlayacak gibi olmak.
Ağrısı tutmak: -1. Gebe kadının doğum şanoları başlamak. -2. Her hangi bir ağrı varlığını duyurmaya başlamak.
Ağza alınmayacak (alınmaz) : Kaba, söylenmesi ayıp sayılan (söz).
Ağzı (bir karış) açık kalmak: Bir olay ya da söz karşısında şaşırıp kalmak, donup kalmak.
Ağzı bozuk : Küfürlü konuşmayı huy edinen, küfürbaz (kimse).
Ağzı burnu yerinde : Olduça güzel, yakışıklı (kimse).
Ağzı çelik (teneke kaplı): Çok sıcak yiyecek ve içecekleri rahatlıkla yiyip içebilen kimse.
Ağzı dili kurumak : Bir şeyi bıkacak derecede çok tekrarlamak.
Ağzı dili varmamak : bk Dili varmamak.
Ağzı var dili yok: Pek konuşmayan, hakkını aramasını bilmeyen (kimse).
Ağzı gevşek: Sır saklamasını beceremeyen, geveze (kimse).
Ağzı havada : Neler olup bittiğinden haberi olmayan, şaşkın, alık.
Ağzı kalabalık : Yerli yersiz çok konuşan (kimse).
Ağzı kara: -1. Kötü haberler veren (kimse). -2. Fitneci, çamur atan (kimse).
Ağzı kulaklarına varmak : Bir olay, durum karşısında çok sevinmek.
Ağzı laf yapmak : Etkileyici, inandırıcı biçimde konuşmak.
Ağzına bir parmak bal çalmak: Bir kimseyi tatlı vaatlerle, önemsiz şeylerle oyalamak, avutmak.
Ağzına bir şey (çöp) koymamak : Hiçbir şey yememiş olmak.
Ağzına burnuna bulaştırmak (bir işi): Bir işi becerememek, berbat etmek, bozmak. (Kars. Yüzüne gözüne bulaştırmak.)
Ağzına geleni söylemek: Kızgınlık, öfke, vb. etkisiyle kına ve kaba sözler söylemek. (Kars. Açtı ağzını yumdu gözünü.)
Ağzına kadar: Boş yer kalmamak üzere.
Ağzına (ağzınıza) sağlık: Yerinde, en uygun zamanında söz söyle yenlere iltifat olarak söylenir.
Ağzına sakız etmek (bir şeyi) : 0 şeyi devamlı konuşur olmak.
Ağzına sakız olmak: Bir kimsenin devamlı konuştuğu bir konu duru muna gelmek, dedikodu konusu olmak.
Ağzına sıçmak: Öfkelenilen bir kimseye büyük zarar verecek bir iş yapmak.
Ağzına sürmemek (koymamak) (bir şeyden): Söz konusu bir yiye cek, içecekse ondan hiç yememek, içmemek.
Ağzına tükürmek : Sıkıntı, aa veren bir şeye lanet okumak.
Ağzına vur, lokmasını al: Çok yumuşak başlı, sessiz, âciz (kimse).
Ağzına yakışmamak : Ayıp sayılan ya da hayrete düşüren sözler söy lemek.
Ağzında bakla ıslanmamak : Hiçbir sim saMayamamak, sır tutama-mak
Ağzında büyümek : Bir yiyeceği sevmediği, karnı doyduğu, iştahsız ol duğu için bir türlü yutamamak
Ağzında gevelemek (bir şeyi): Onu açıkça söylememek
Ağzından baklayı çıkarmak : Sabrı tükenip bildiklerini, düşündüklerini söyleyi vermek
Ağzından bal akmak : Tatlı, etkileyici biçimde konuşmak
Ağzından burnundan gelmek : bk. Burnundan gelmek.
Ağzından burnundan getirmek : bk. Burnundan getirmek.
Ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı işitmemek (duymamak) : Kız gınlık, öfke vb. yüzünden çok ağır sözler söylediğinin farkında olmamak
Ağzından düşürmemek (bir şeyi, birini, adını) : Her yerde, her za man onun sözünü etmek
Ağzından girip burnundan çıkmak : Çeşitli yollar deneyerek kandır mak, bir şeye razı etmek
Ağzından kaçırmak : Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söyle yi vermek
Ağzından kapmak: Bir kimsenin konuşmasından yarım yamalak bir şeyler öğrenmek
Ağzından konuşmak (birinin): Başkası adına ya da başkasını taklit ederek konuşmak
Ağzından laf almak (kapmak) : Bir kimseden çeşitli yolları deneyerek gizli tutulan şeylerle İlgili bilgiler edinmek
Ağzından laf çalmak (çekmek): Bir kimseden birtakım mantık oyunla rıyla bilgi sızdırmak
Ağzından lokmasını almak : Hakkı olan şeyi onun elinden almak
Ağzından yel alsın : “Söylediğin kötü olayın gerçekleşmemesini dile rim.” anlamında.
Ağzında yaş kalmamak : Bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söy lemiş olmak (Kars. Dilinde tüy bitmek)
Ağzını açmak: -1. Konuşmak -2. Kına sözler söylemek, azarlamak, paylamak.
Ağzını aramak (yoklamak) (birinin) : Bir kimsenin belli bir konuda ne ler düşündüğünü öğrenmeye çalışmak
Ağzını bıçak açmamak : Üzüntüsünden ya da başka bir nedenle ko nuşacak durumda olmamak
Ağzını bozmak : Küfür ve hakaret dolu sözler söylemek, küfretmek
Ağzını burnunu dağıtmak : .Yumrukla feci şekilde dövmek, adamakıllı hırpalamak
Ağzını havaya (poyraza, yele) açmak: Eline geçen fırsatı kaçırdıktan sonra, boş yere bir şeyler beklemek, ummak.
Ağzını hayra açmak : Hep kötü olasılıklardan söz etmek.
Ağzını kapamak (kapatmak) (biri) (birinin) : -1. Susmayı tercih et mek. -2. Küçük bir çıkar karşılığında bir kimsenin konuşmamasını sağlamak.
Ağzını mühürlemek: Hiç konuşmamak, hep susmak. :
Ağzının içine bakmak : -1, Bir kimsenin sözlerini zevkle, dikkatle dinle mek. -2. Onun sözlerini yerine getirmeye hazır olmak.
Ağzının içine girmek : Bir kimseye çok yaklaşmak.
Ağzının kokusunu çekmek : Bir kimsenin yerli yersiz İstek ve davranış larına katlanmak.
Ağzının payını almak: Bir söz ya da davranışından ötürü hak ettiği karşılığı görmek; paylanmak, azarlanmak.
Ağzının payını vermek (birine): Bir kimseyi bir söz ya da davranışın dan ötürü paylamak (Kars. Haddini bildirmek).
Ağzının suyu akmak : Çok beğendiği, imrendiği bir şeyi elde etmek is temek, imrenmek.
Ağzının tadı bozulmak (kaçmak) : Kurulu düzeni, rahatı bozulmak, huzuru kaçmak.
Ağzının tadını bilmek : >1. Damak zevki olmak. -2. Her şeyin güzelini seçmede usta olmak,
Ağzını öpeyim (seveyim) : “Ne güzel anlattın, ne güzel haber verdin,sağ olasın” anlamında.
Ağzını sıkı (pek) tutmak : Sır vermemek, boşboğazlık etmemek.
Ağzını sulandırmak: İmrendirmek.
Ağzını topla : “Konuşmana dikkat et, terbiyeli konuş!” anlamında.
Ağzını (çenesini) tutmak : İleri geri konuşmamak, sır saklamak.
Ağzını yoklamak : Ağzını aramak.
Ağzı pek (sıkı): Sır saklamayı bilen (kimse).
Ağzı pis : Sövmeyi, açık saçık konuşmayı huy edinmiş .(kimse).
Ağzı sulanmak : Bir şeyi yeme, ya da elde etmek isteği duymak, ona imrenmek. (Kars. Canı çekmek.)
Ağzı süt kokmak : Çok genç, toy, tecrübesiz olmak.
Ağzı teneke kaplı: bk. Ağzı çelikli.
Ağzı var dili yok: Sessiz sedasız, uysal, yumuşak huylu (kimse).
Ağzı yanmak (bir şeyden): O şeyden (ötürü) zarar görmek, olumsuz yönde etkilenmek.
Ağzıyla kuş tutsa : “Ne yaparsa yapsın, en güç işleri bile yapsa da…” anlamında.
Aha gelmek (ah almak, antm almak): Kötülük ettiği bir kimsenin bed duasına uğramak.
Ahbap çavuşlar : İyi anlaşan, her zaman butikte görülen arkadaşlar. (Kars. ÇHfte kumrater.)
Ah çekmek: Üzüntü, özlem vb. duygulan bffHrfrnek k>n içten gelen bir sesle “ah” demek.
Aheste beste : Yavaş, yavaş, nazlı nazlı.
Ahfeş’in keçisi gibi baş (başm) saNamak : Söylenen her şeyi anla madan, dinlemeden doğrulamak; onaylamak.
Ahi çıkmak (ahi yvrde kalmamak) : Zulüm gören kimsenin bedduası etkisini göstermek.
Ahım şahım : Beğenilecek, olağanüstü bir yönü olmayan.
Ahini almak : bk. Aha gelmek.
Ahı tutmak (birinin) : Bedduası, kötülük yapan kimseye etki etmek.
Ahi yerde katmamak : bk. Ahi çıkmak.
Ahkâm çıkarmak : Kendi kuruntularına dayanarak birtakım yersiz yar gılara varmak, sonuçlar çıkarmak.
Ahkâm kesmek : feir konuda yetkili olmadığı halde kesin yargılar ileri sürmek.
Ahkâm savurmak (yürütmek): Kendine göre sonuçlar çıkarmak, yet kisi dışında hükümler vermek.
Ahmak ıslatan : İnce ince yağan yağmur.
Ahireti boylamak: Ölmek.
Ahiret, suali: Yanıtlaması güç, gereksiz ve bıktırıcı soru; kabir suali.
Ahirette on parmağı (iki eli) yakasında olmak : Haksızlık yapan kim seden öbür dünyada davacı olmak.
Akıbetine uğramak (birinin): Aynı kötü duruma düşmek.
Akıl almak (danışmak, sormak) (birinden) : Ondan herhangi bir ko nuda bilgi, görüş, öğüt istemek.
Akılda katmak: Unutulmamak, hatırlanmak.
Akıldan çıkmak: Unutulmak;
Akıl danışmak (birine): bk. Akıl almak
Akıl defteri: Akta gelen şeylerin unutulmaması için tasaca yazıldığı defte*.
Akıl ermemek (erdirememek) (bir şeye): Onun ne olduğunu anlaya mamak.
Akıl etmek (bir şeyi) : -1. Akıllıca bir iş yapmak -2. Önlem almak. -3. Hatırlamak.
Akıl hocası: Birine yol gösteren kimse.
Akıl (âkil) kârı olmamak: Söz konusu iş akıllı bir kimsenin yapacağı türden bîr iş olmamak.*
Akıl küpü (kutusu, kumkuması) : Çok akıllı kimse, özellikle çocuk için şaka yollu söylenir.
Akıllara durgunluk vermek : Bir şey İnanılması guç, şaşırtıcı bir nitelik te olmak.
Akıllı uslu ; Ağır başlı, terbiyeli, dengeli (Kimse).
Akıl öğretmek (vermek) (bir kimseye) : Oha ne yapacağını, nasıl
davranacağını söylemek.
Akıl sır ermemek (birşeye): Bir şeyin niteliğini, gizli yönlerini hiç kimse anlayamamak.
Akıl sormak (birinden): bk Akıl almak.
Akıl tersletti: Dengesiz, hoppa, delişmen (kimse).
Akıl var, yalan (izan) var ; ‘Fazla kafa yormana gerek yok, doğrusu iş te meydanda.’ anlamında.
Akıl vermek (birine): bk. Akıl öğretmek.
Akıl yormak: Bir konuda çok düşünmek.
Akıl yürütmek : Aklını kultanmaK düşünme yeteneğini harekete geçir mek.
Akıntıya bırakmak (bir şeyi) : Olayların gelişmesini engellemeye ça lışmadan sonucu kabullenmek. (Kars. İşi oluruna bırakmak.)
Akıntıya kürek çekmek: Olmayacak bir iş için boşuna çaba harca mak.
Akla (hayale) gelmemek : Düşünülmemek, tasarlanmamak, hatırlan mamak.
Akla karayı seçmek: Bir işt başanncaya kadar çok zahmet çekmek
Akla yakın : Herkesçe kabul edilebilir nitelikte olan.
Aklı almamak (bir şeyi): -1. Onu anlayamamak, kavrayamamak. -2. Bir şeyin olabileceğine inanmamak, gerçekleşebileceğini düşüneme me
Aklı başına gelmek : -1. Kendine gelmek, ayılmak. -2. Doğruyu yanlış* tan ayırabilecek duruma gelmek; gerçeğin farkına varmak, doğru yo lu bulmak, uslanmak, (Kars. Ayağı suya ermek)
Aklı başında : Akıllıca davranışlarda bulunan (kimse).
Aklı başından bir karış yukarı (yukarda) : Aklına esenleri düşünme den yapan (kimse).
Aklı başından gitmek: -1. Bayılmak, kendini kaybetmek. -2. Sevinç ya da korkudan ne yapacağını şaşırmak. -3. Sağlıklı düşünebilecek durumda olmamak.
Aklı başka yerde olmak: Bir iş yaparken başka şeyi düşünmek.
Aklı bîr karış havada : Dikkatsiz, dağınık, dalgın (kimse, genç).
Aklı çıkmak: Korkmak, ne yapacağını bilememek.
Aklı dağılmak : Sağlıklı düşünememek, dikkatini bîr konu üzerine vere memek.
Aklı durmak : Şaşırmak, düşünemeyecek duruma gelmek.
Aklı ermek (yetmek) (bir şeye): Çevresinde olup bitenleri, doğruyu yanlışı anlamaya başlamak; anlayacak düzeyde, durumda olmak.
Aklı fikri: Bütün düşüncesi, düşündüğü.
Aklı gitmek : -1. Çok korkmak. -2. Çok beğenmek.
Aklı kalmak (bir şeyde, birinde) : Sevdiği, beğendiği bir şeyi düşün mekten kendini alamamak.
Aklı karışmak : Ne yapacağını bilememek, sağlıklı düşüneme mek.
Aklı kesmek : bk Aklı yatmak.
Aklına esmek: Hiç düşünmediği halde birdenbire bir şeyi yapmaya karar vermek.
Aklma gelmek: -1. Kafasında bir düşünce doğmak, tasarlamak. -2. Hatırlamak.
Aklma getirmek : -1. Anımsatmak, hatırlatmak. -2. Düşünmek, tasarla mak.
Aklına koymak (bir şeyi),(bir şeyi birinin): -1. Bir şeyi yapmaya ke sin karar vermek. -2. Başkasına akıl öğretmek.
Aklına sığmamak : Olabileceğine (olabildiğine) inanmamak.
Aklına şaşayım (şaşarım) : “Böyle akılsızca davranması, işler yapma sı beni şaşırttı.” anlamında.
Aklına takılmak: Bir şey sürekli olarak kafasını meşgul etmek.
Aklına turp sıkayım : “Böyle düşünmen ya da yapman budalaca bir iş olur.” anlamında.
Aklına uymak : Bir kimsenin düşüncesi doğrultusunda iş yapmak.
Aklında kalmak : Unutmamak, hatırlamak.
Aklından çıkmak : Unutmak, hatırlamamak
Aklından çıkarmak (bir şeyi, birini) : Unutmamak
Aklından geçirmek (bir şeyi, birini) : Onu hatırlamak, bir şeyi düşün müş olmak.
Aklından geçmek : Bir kimseyi ya da şeyi düşünmek.
Aklından zoru olmak: Ancak bir delinin yapacağı türden işler yap mak, davranışlarda bulunmak.
Aklında tutmak (bir şeyi): -1. Onu unutmamak. -2. İyice Öğrenmek, bellemek.
Aklını (başından) almak (bir şey, bir kimse) : -.1. Birinin güzelliği kar şısında büyülenmek. -2. Birinin, ani bir davranışta bulunarak korkut mak.
Aklını başına almak (devşirmek, toplamak) : Delice, çılgınca davra nışları bir yana bırakıp akıllı uslu olmaya çatışmak.
Aklını başından almak : bk.Aklını (başından) almak.
Aklını bir şeyle bozmak : Bir şey üzerine düşünerek, hep onunla uğra şıp durmak.
Aklını çelmek: -1. Niyetinden, karanndan caydırmak. -2. Ayartmak, kandırmak. (Kars. Baştan çıkarmak.)
Aklını kaybetmek (kaçırmak, oynatmak) : -1. Deli gibi olmak. -2. De lirmek, çıldırmak.
Aklının çivisi (tahtası) eksik : Dengesiz, aptal (kimse).
Aklının ucundan (köşesinden) bile geçmemek : Onu daha önce hiç düşünmemiş olmak.
Aklını peynir ekmekle yemek : Delice, aptalca işler yapmak.
Aklını şaşırmak : Akılsızca işler yapmaya başlamak.
Aklı sıra : Aklınca, düşündüğüne göre, sözde.
Aklı sonradan gelmek : Hatasını anlayıp düzeltmeye çalışmak.
Aklı takılmak (bir şeye, birine) : Hep o şey, kimse üzerinde durup dü şünmek.
Aklı yatmak (kesmek) (bir şeye) : O şeyin olabileceğine, onu yapıla bileceğine İnanmak.
Ak pak : -1. Tertemiz. -2. Saçı sakalı ağarmış. -3. Beyaz tenli.
Aksi gibi: Yazık ki, maalesef.
Aksi gitmek (bir iş ) (bir kimseye) : -1. Bir iş olumlu, istenilen biçim de yürümemek. -2. Birisine ters davranmak, onunla uzlaşmaya ya naşmamak.
Aksi şeytan (hay): İşler yolunda gitmediği, bir engel çıktığı zaman bu nu vurgulamak için kullanılır.
Aksi tesadüf: Şanssızlık, aksilik.
Akşama sabaha : Kısa bir zaman sonra , pek yakında, yakın zaman da.
Akşamdan kalmak : Henüz geceki sarhoşluğun etkisinden kurtu I ma rn amış olmak.
Akşamdan sonra merhaba (sabahlar hayrolsun) : *jş işten geçtikten sonra gösterilen ilgi, çaba hiçbir işe yaramaz.’ anlamında.
Akşam üstü (üzeri): Güneşin batacağı sırada.
Alaca bulaca : Çok karışık renkli.
Alaca karanlık : Yan karanlık.
Alaka beslemek (duymak) (bir kimseye) : Ona ilgi duymak; ilgi bes lemek.
Alaka çekmek (uyandırmak) (bir şey, kimse) : İlgi çekmek, ilgi uyan dırmak.
Alaka görmek : bk. İlgi görmek.
Alaka göstermek (bir şeye, kimseye) : bk. İlgi göstermek.
Alakayı kesmek (bir şeyle, kimseyle): Onunla her türlü ilişkiye son vermek.
Alan razı, satan razı; “Bu ikisi anlaşmış, hiç kimsenin karışmaması gerekir.” anlamında.
Al aptestin! ver pabucumu : ‘Senden gördüğüm yardım, uğradığım zarara değmedi, yardımdan vazgeçtim, yeterki zarar görmeyeyim.” anlamında.
Alaşağı etmek (birini): -1. Onu hızla yere vurmak. -2. Onu bulundu ğu yerden (ya da görevden) indirmek, almak; devirmek.
Alavere dalavere : Hile, düzen, yalan dolan.
Alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete: Birtakım hilelerle bir işin bü tün ağırlığını az bilgili, saf ve arkası olmayanlara yükleme.
Alaya almak (birini) : Onunla alay etmek, eğlenmek; onu küçümse mek, aşağılamak; makaraya a|mak, sarakaya almak.
Alay etmek (geçmek) (biriyle) : -1. Bir kimseyle gülünç yönlerini söz konusu edip eğlenmek. -2. Şaka etmek. -3. Küçümsemek, aşağfla-m ak.
Al birini vur Öbürüne : ‘Hepsi birbirinden beter.” anlamında.
Aldığı aptest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işten elde edi len kâr, bu işte uğranılan zararı karşılayamamak.
Aldırmazlıktan (aldırmamazlıktan) gelmek : Önem vermemek; kayıt sız kalmak.
Aldı yürüdü : “Kısa zamanda büyük gelişme gösterdi.” anlamında.
Âlemi var mı? : Beğenilmeyen bir durum karşısında “Uygun mu? Ye rinde mi?” anlamında söylenir; ne âlemi var?
Alet etmek (birini) : Onu bilerek kötü binişte kullanmak; kötü işlerinin görülmesinde onu da ortak etmek.
Alet olmak (bir şeye): Bilerek ya da bilmeyerek kötü bir şeyde aracı lık etmek.
Alev almak : -1. Tutuşmak, yanmaya başlamak. -2. Coşmak, heyecan lanmak. -3. Öfkelenmek.
Alev saçağı sarmak: Olay önlenemeyecek aşamaya gelmek.
Aleyhinde bulunmak (söylemek) : Onu çekiştirmek, kötülemek.
Aleyhine dönmek: -1. Bir kişiye karşı olumsuz tavır takınmak. -2. Bir durum o kişi İçin tehlikeli olmaya başlamak. /
Aleyhine olmak (bir şey, bir kimsenin) : Bir iş bir kimsenin zararına yol açmak.
Al gülüm ver gülüm : Yapılan bir İşin hemen karşılığını bekleme.
Alı al moru mor: Koşmaktan, heyecandan, telaştan yüzü kıpkırmızı (bir şekilde).
Alıcı gözüyle bakmak (bir şeye, birine): Ona çok dikkatli bakmak, onu dikkatlice gözden geçirmek.
Alın teri: Emek, çalışma.
Alın teri dökmek : Bir iş için büyük emek harcamak.
Alıp verememek (biriyle, bir şeyle) : Onunla arasında bir sorun ol mak, anlaşamamak, geçinememek.
Alicengiz oyunu : Kurnazca, haince düzenlenen oyun.
Aİikıran başkesen : Bir çevrenin en zorba, kötü kişisi.
Alkış almak : Alkışlanmak, beğenilmek.
Alkış tutmak (birine) : -1. El çırparak alkışlamak. -2. Bir kimseyi hem
- alkışlamak hem de “yaşa, var ol” gibi sözlerle ululamak; övmek.
Alfa ha bir can borcu olmak : Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye borcu olmamak.
Allah acısını unutturmasın : ‘Allah’a bu acıyı unutturacak daha büyük bir felaket vermesin.” anlamında.
Allah’a ısmarladık: Bir yerden ayrılırken orada kalanlara “Esen kal! Tanrı seni korusun” anlamında söylenen iyi dilek sözü.
Allah akıl fikir (akıllar) versin (birine): “Yaptıkları akıl ve mantığa sığ mıyor, inşallah bundan sonra akıllanır.” anlamında.
Allah Allah : “Ne garip, ne olacak şimdi?” anlamında.
Allah aratmasın : “Bir şeyin Allah eksikliğini göstermesin.” anlamında şükür söızü.
Allah aşkına : -1. “Doğru mu söylüyorsun?” anlamında. -2. “Allahını se versen” anlamında şaşkınlık, usanç, ısrar, rica, yalvarma, bildirir.
Allah bağışlasın : Tanrı sevdiklerini kötülüklerden korusun.’ anlamın da.
Allah bana, ben de sana : “Borcumu ancak elime para geçtiğinde ödeyebilirim.” anlamında.
Allah bilir; -1. “Belli değil.” -2. “Bana öyle geliyor ki.” anlamında.
Allah bir yastıkta kocatsın : Yeni evlilere “Evliliğiniz ömür boyu ol sun.” anlamında söylenen İyi dilek sözü.
Allah dört gözden ayırmasın : “Allah çocuğu anansız babasız bırak masın.” anlamında.
Allah düşmanına vermesin : ‘O kadar büyük felaket ki.” anlamında.
Allah ecil sabır versin : “Emeklerin boşa gitmesin.” anlamında.
Allah etmesin : “Böyle bir şey olmamasını dilerim.” anlamında.
Allah geçinden versin : “ölüm geç gelsin.” anlamında.
Allah’ın günü : Her gün; her Allanın günü; Tann’nın günü.
Allah’ını seven tutmasın: “öyle öfkele/ıdi ki, kimse önüne geçmeye kalkmasfn.” anlamında.
Allah için : Doğrusu, gerçekten.
Allah kuru iftiradan saklasın : “Allah iftiraya uğratmasın.” anlamında.
Allah manda şifası versin (birine): Çok yiyenlere takılmak, onlan yer mek amacıyla söylenir.
Allah ne verdiyse : -1. “Evde yiyecek olarak ne(ler) varsa.” -2. “Elimi ze ne geçerse.” anlamında.
Allah selamet versin : -1. Yolculuğa çıkanlara “Yolunuz açık olsun’ an lamında. -2. Güçlük içinde olanları anarken kullanılır. -3. Uzaktaki ta nıdıkları ya da pek beğenilip tutulmayan kimseleri anarken kullanılır.
Allah taksimi: Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma. (Kars. Kul tak simi.)
Allah utandırmasın : “İnşallah bu iş de başarıyla bitirilir.” anlamında.
Allah var (Allah’ı var) : ‘Doğrusunu söylemek gerekirse.” anlamında.
Allah vere de : “İnşallah, temenni ederiz ki,” anlamında.
Allah vergisi: Doğuştan gelen özellik, yetenek.
Allah versin: -1. Dilenciyle konuşurken ‘Sana sadaka veremeyece ğim” anlamında -2. “İşinin yolunda olmasına ben de seviniyorum.”an lamında. -3. Kimi vakit durumu iyi olan kimselere şaka ve takılmak için söylenir.
Allah yarattı dememek: Acımasızca dövmek, hırpalamak, cezalandır mak.
Allah “Yürü ya kulum” demiş : “Kısa sürede her giriştiği işten para ka zandı.” anlamında.
Allak bullak etmek (bir şeyi) (birini) : -1. Onu karıştırmak, bozmak, darmadağınık etmek. -2. Onu sağlıklı düşünemeyecek duruma getir mek. (Kars. Altüst etmek, karmakarışık etmek.)
Allak bullak olmak : -1. Düzeni bozulmak. -2. Sağlıklı düşünemez du ruma gelmek. (Kars. Altüst olmak, karmakarışık olmak.)
Allayıp pullamak (bir şeyi, kimseyi) : Onu süslemek, İlgi çeksin diye kötü yönlerini çarpıcı şeylerle donatmak.
Allem (etmek) kallem etmek : Amacına ulaşmak için her yola başvur mak.
Allı pullu : Süslü, gösterişli.
Alnı açık, yüzü ak : Dürüst, namuslu (insan).
Alnından öpmek (bir kimseyi) : Onu çok beğenmek, kutlamak, takdir etmek.
Alnını karışlamak: Zor bir İşi yapacak olanın gücünü küçümsemek. (Kars. Meydan okumak.)
Alnının akıyla : Emeğiyle, namusuyla, şerefiyle.
Alnının damarı çatlamak : Bir İş başarmak için çok çalışmak, çok yo rulmak.
Al takke ver külah : -1. Büyük çekişmelerden sonra. -2. Çok samimi, senli benli.
AK etmek (birini) : Onu yenmek.
Altı kaval üstü şeşhane : Hiçbir parçası birbiriyle uyumlu olmayan.
Altında kalmamak (bir şeyin) : Gördüğü iyiliği ya da kötülüğü karşılık sız bırakmamak.
Altından çapanoğlu çıkmak : Bir işte birtakım pürüzlerle, beklenmedik durumlarla karşılaşmak.
Altından girip üstünden çıkmak : Parayı ya da malı savurganca har cayıp bitirmek, kısa sürede tüketmek.
Artından kalkmak : Zor bir işi yapmak, güç bir sorunu çözmek, başar mak.
Altını çizmek: Bir sözün, yargının, durumun önemini vurgulamak.
Altını üstüne getirmek: -1. Karmakarışık duruma getirmek. -2. Bir şey bulmak için her yanı karıştırmak.
Altı okka etmek (birini): -1. Bir kimseyi kollarından ve bacaklarından tutup yukarı kaldırmak, aşağt indirmek. -2. Ona büyük değer vermek.
Altlı üstlü : -1. Etek ve ceket gibi iki parça (giysi). -2. Alt ve üst katta ol mak üzere.
Altta kalanın canı çıksın : “Bu güç koşullarla baş edemeyen yok olup gitsin.” anlamında.
Alttan almak : Soğukkanlı ve yumuşak davranmak (Kars. Aşağıdan ol mak.)
Alttan atta : Gizlice, kimseye belli etmeden (Kars. El artından, gizliden gizliye.)
Alt taralı : -1. Geriye kalanı. -2. Olup olacağı. -3. “Değeri nedir ki.” an lamında.
Alt üst etmek (bir şeyi) (birini) : -1. Onu karmakarışık etmek. -2. Ara madık yer bırakmamak. -3. Büyük zarar vermek. -4. Ruhsal bunalım yaratmak.
Alt üst olmak : -1. Düzeni bozulmak, karmakarışık olmak. -2. Rahatsız lanmak. -3. Üzülmek, tedirgin olmak.
Aman aman bir şey olmamak: Herkesin beğeneceği bir şey olmamak.
Aman dilemek: Carimin bağışlanmasını dilemek,
Aman vermemek (birine, bir şeye) : -1. Onu rahat bırakmamak, -2. Ona acımamak, merhamet etmemek.
Aman zaman demeye (fırsat) kalmadan : Çok çabuk, ne olduğunu anlamadan.
Amiyane tabiriyle : Halkın deyişiyle, halk ağzıyla, kaba bir söyleyişle.
Ana avrat dümdüz gitmek : Çok ağır küfretmek.
Ana baba günü : Çok kalabalık, karışık, telaşlı durum.
Anadan doğma : -1. Çınlçtplak. -2. Doğuştan, sonradan değil.
Ana kuzusu (anasının körpe kuzusu) : Sıkıntı ve güçlüklere alışma mış nazlı kimse.
Anan güzel mi? : Yerine getirilmesi güç istekler karşısında “Nerede o
bolluk?” anlamında.
Ananın ak sütü gibi helal etmek (bir şeyi) : Onu karşılıksız olarak ba ğışlamak.
Ananız (analar) taş yesin, yarımşardan (yarım yarım) beş yesin : “Sizin için fedakârlıkta bulunuyor görünüyorum, ama sizden daha kâr lı çıkacağım.” anlamında.
Anan yahşi baban yahşi demek : Bir kimseyi pohpohlayarak istediği ni yaptırmak ya da elde etmek.
Anası ağlamak : Çok sıkıntı çekmek, eziyet çekmek.
Anası (onu) kadîr gecesi doğurmuş : Çok şanslı (kimse); kadir ge cesi doğmuş.
Anasından doğduğuna pişman : -1. Çok tembel. -2. Çok bezgin, bit kin.
Anasından doğduğuna pişman etmek (birini) : Eziyet ederek onu ca nından bezdirmek.
Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek : Bir işi yaparken çok sıkıntı ve güçlük çekmek.
Anasını ağlatmak : -1. Ona çok eziyet etmek, onu sıkıntıya sokmak. -2. Bir şeyi hor kullanmak.
Anasını bellemek : Birisine büyük kötülük yapmak.
Anasının gözü : Çıkara, düzenbaz, uyanık (kimse) (Kars.Hin oğlu hin.)
Anasının körpe kuzusu : bk. Ana kuzusu.
Anasının nikâhını istemek: Satılacak bir şeye değerinin çok üstünde fiyat biçmek, para istemek.
Anasını satayım : “Her ne olursa olsun, aldırdığım yok.” anlamında.
Anasını sattığımın : ‘Allah belasını versin.” anlamında.
Anca beraber kanca beraber: Bir işte iki ya da daha çok kimsenin, o iş kötü bile gitse birbirinden ayrılmamaları gerektiğini anlatır.
Anladımsa Arap olayım : ‘Anlatılanlardan hiçbir şey anlamadım.’ anla mında.
Anlamazlıktan (anlama mazltktan) gelmek (anlamazlığa vurmak) ; Bir şeyi anladığı halde anlamamış, farkına varmamtş gibi davran mak.
Anlam çıkarmak : Ne anlama geldiğini anlamak; mana çıkarmak.
Anlam vermek : Yorumlamak, değerlendirmek; mana vermek.
Anlamına gelmek : Belirtildiği biçimde anlaşılmak; manasına gelmek.
Anlarsın ya : Herkesin bilmemesi gereken bir konuyu ima etmek için kullanılır.
Anlayıp dinlemeden : Yeterli bilgi edinmeden, iç yüzünü anlamadan.
Anlayış göstermek (birine) : -1. Onun yaptıklarını hoşgörüşle karşıla mak. -2. Ona istenen kolaylığı göstermek.
Ant içmek (etmek) : Bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya kutsal bir şeyi tanık gösterip söz vermek. (Kars. Yemin etmek.)
Ant vermek (birine) : “Allah aşkına”, “Çocuklarının başı İçin” gibi söz lerle birisini bir şey yapmaya ya da yapmamaya mecbur etmek; ye min vermek.
Apar topar : -1. Aceleyle, çarçabuk. -2. Zorla ; yaka parça.
Aptal kutusu: Televizyon.
Aptesi gelmek : Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duymak
Aptesi kaçmak : Aptest bozmak gereksinimi ortadan kalkmak.
Aptest almak: Din kurallarına göre yıkanmak.
Aptest bozmak: Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duy mak.
Aptesti kaçmak : Yeniden aptest alması gerekmek.
Ara (aralarını) bozmak (açmak) : Kişiler arasındaki dostluğu, iyi ilişki leri bozmak.
Ara (aralarını) bulmak : Kişiler arasındaki sorunları, uyuşmazlıkları çö-zümleyip tarafları uzlaştırmak.
Arada bir: Seyrek olarak, nadiren.
Arada çıkarmak: Öteki işler arasında başka bir işi de yapıp bitiriver-mek.
Arada dağlar kadar fark olmak : Birbirinden çok farklı olmak.
Arada kalmak : Uyuşmazlıkları çözümlemek üzere girişimde bulunur ken güç durumda kalmak, her iki yanı da hoşnut edememek.
Arada kaynamak: Karışıklık nedeniyle gereken ilgiyi, önemi görme mek.
Aradan çıkarmak : Daha büyük işlere ağırlık verebilmek için bir işi ön celikle bitirmek.
Aradan çıkmak : -1. İlgisini kesmek. -2. Başka işler yapılırken o iş de bitirilmek.
Araları açılmak (bozulmak) : İlişkileri bozulmak.
Aralarından kara kedi geçmek : İki dostun arasına dargınlık, soğuk luk girmek, gücenmek, küsmek.
Aralarından su sızmamak : İki kişi arasında çok iyi dostluk ilişkileri ol mak.
Aralarını açmak : bk. Ara bozmak.
Aralarını bulmak : bk. Ara bulmak.
Arap saçı: Çözülmesi güç, karışık durum, iş.
Ara sıra : Seyrek olarak, nadiren, bazen.
Ara vermek (bir şeye) : Dinlenmek için o şeyi (işi) bir süre bırakmak; duraklamak, kesmek.
Araya girmek : -1. Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak. -2. Bir iş yapılırken başka bir durum ortaya çıkıp o işi geciktirmek.
Araya koymak (birin) : Bir işin çözümü için sözü geçen birinin aracı lık yapmasını sağlamak.
Araya soğukluk girmek : Dostluk ilişkileri zedelenmek.
Arayı açmak : -1. Bir şeyle kimseyle arasındaki mesafeyi artırmak. -2. Bir kimseyi ziyarette gecikmek.
Arayıp sormak (birini) : -1. Bir kimse ile ilgili bilgi toplamak, haber sormak. -2. Bir kimseyi ziyaret etmek, onunla İlgilendiğini göstermek.
Arayı soğutmak: -1. Bir olayın üzerinden zaman geçmesini bekle mek. -2. Eski dostluğu sürdürmemek.
Arayı uzatmak : Bir kimseyi ziyarette, arayıp sormada gecikmek.
Arayı yapmak: -1. Dargın olanları barıştırmak. -2. İki kişi arasında dostluk ilişkisi kurmak.
Ar damarı çatlamak : Utanma duygusunu yitirmek, artık utanmaz ol mak.
Ardı arkası kesilmemek: Birbiri ardınca gelmek, hiç ara vermeden sürüp gitmek.
Ardına düşmek (birinin, bir şeyin): -1. Herhangi bir amaçla onun ar kasından gitmek, peşini hiç bırakmamak. -2. ,Bir işi sonuçlandırmak için sürekli uğraşmak.
Ardından atlı kovalamak : bk. Arkasından atlı kovalamak.
Ardı sıra : Arkasından, peşinden.
Arı kovanı gibi işlemek (bir yer) : Bir yerin gidip geleni, gireni çıkanı çok olmak.
Arına dokunmak : Bir şeyden alınmak, incinmek, utanmak
Arı kovanına (yuvasına) çöp dürtmek (çomak sokmak) : Belayı üze rine çekmek, bela aramak; başına bela getirecek söz söylemek, dav ranışta bulunmak.
Arif olan anlasın (anlar) : “Çok açık söylenmiştir, anlayan anlar.” anla mında.
Arka arkaya vermek : Dayanışma içinde olmak, işbirliği yapmak; sırt
sırta vermek.
Arka bulmak (birinden) : Bir iş için onun desteğini sağlamak.
Arka çevirmek (birine) : Ona eski yakınlığını göstermemek; sırt çevir mek.
Arka çıkmak (birine) : Bir kimsenin koruyuculuğunu üstlenmek, hakla rını savunmak.
Arkada kalmak : -1. Geriden gelmek, birlikte yürürken geride kalmak. -2. Herhangi bir konuda ilerleyememek, ileri gidememek
Arkadan arkaya : Gizlice, belli etmeden; sinsice. (Karşjçten İçe.)
Arkadan (arkasından) söylemek (konuşmak) : Birisini o kişi yokken bir başkasına çekiştirmek; onun hakkında dedikodu yapmak; aleyhin de konuşmak.
Arkadan vurmak (birini) : Güvenilen bir kimse, beklenmedik bir anda kötülük etmek; ihanet etmek.
Arkadaş canlısı: Arkadaşı, arkadaşlığı çok seven.
Arka kapıdan çıkmak: Okuldan hiçbir şey öğrenmeden ya da başarı sız olduğu için ayrılmak.
Arka planda : Geride, önemsiz.
Arkası alınmak : Sona erdirilmek, kesin olarak bitirilmek.
Arkası gelmek : Sürmek, devam etmek, kesilmemek.
Arkası kesilmek: Sona ermek, son bulmak.
Arkasına düşmek: -1. Bir kimsenin arkasından gitmek. -2. Bir işi so nuçlandırmak İçin sıkı ve aralıksız bir şekilde çalışmak.
Arkasından (ardından) atlı kovalamak : Bir işi gereksiz bir çabukluk la ve telaşla yapmak
Arkasından söylemek : bk Arkadan söylemek.
Arkasından teneke çalmak: Yuhalamak, kovmak
Arkasında yumurta küfesi yok : Verdiği sözden vazgeçen, sık sık dü şünce ve tavır değiştiren, bunda da sakınca görmeyen kimse ve onun durumu için söylenir; sırtında yumurta küfesi yok.
Arkasını almak (bir işin) : O İşi sona erdirmek, bitirmek
Arkasını bırakmak: Vazgeçmek; artık ilgilenmez, uğraşmaz olmak; peşini bırakmak.
Arkasını çevirmek (birine, bir şeye) : Onunla ilgilenmez olmak, ona önem vermemek
Arkasını dayamak (birine, bir şeye) : Güçlü bir kimsenin koruyuculu ğunda olmak; sırtını dayamak.
Arkasını getirmek (getirememek) : Bir işi sürdürüp sonuçlandırmak (sonuçlandıramamak).
Arkasını sığ a ma k (sıvamak, sıvazlamak) : Okşamak, övmek, iltifat et mek
Arkasını (birine, bir şeye) vermek : Bir kimsenin koruyuculuğundan güç almak ona dayanmak yaslanmak.
Arkası pek : Bir kişi ya da şeyin koruyucuğuna güvenen (kimse); sırtı pek.
Arkası sıra : Arkasından, peşinden, ardından: peşi sera.
Arkası yere gelmemek : Başarısızlığa uğramamak, durumu sarsılma mak; sırtı yere gelmemek.
Arkası yufka : -1. ‘Güvendiği kimse pek güçlü değil.” -2. Sevilen bir yemeğin ardından başka bir yemeğin’bulunmadığını belirtmek için söylenir. -3. Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemiş olma durumu; sırtı yufka.
Arka üstü : bk. Sırt üstü.
Armudun sapı, üzümün çöpü var demek : Her şeyde bir kusur but-mak, hiçbir şeyi beğenmemek.
Armut piş ağzıma düş : “Çalışmadan her şey ayağıma gelsin.” diyen kişinin bu durumu için alay ve sitem yollu söylenir.
Ar namus tertemiz : Utanma, namus gibi niteliklerini yitirmiş (kimse).
Arpa boyu kadar gitmek (bir işte) : Çok az önemsiz denecek ölçüde ilerlemiş olmak.
Arpacı (arpağcı) kumrusu gibi düşünmek : Çaresizlikler içinde, umutsuzca derin derin düşünmek. (Karş. Kara kara düşünmek.)
Arpalık yapmak (bir yeri) : 0 yeri sürekli çıkar kaynağı yaparak sö mürmek
Art düşünce (niyet) : Bir davranış ya da düşüncenin arkasına gizle nen kötü düşünce (niyet).
Asabı bozulmak (gerilmek) : Sinirlenmek.
Asabına dokunmak (asabını bozmak) (biri, bir şey) : O kimse, şey sinirlenmesine yol açmak.
Asık surat: Küskün, üzgün, öfkeli insanın somurtkan yüzü.
Asıp kesmek : Keyfi ve zorbaca davranmak.
Askıda bırakmak (bir şeyi): Bir sorunu çözüme kavuşturmamak; te reddütte bırakmak, sonuçlandırmamak.
Askıda kalmak: -1. Bir iş, birtakım engeller çıkıp bitirilememek. -2.
Resmi bir belge belli bir süre belli bir yerde ilan edilmek.
Askıya almak (bir şeyi) : -1. Bir yapıyı birtakım dayanaklarla yıkılmak tan kurtarmak. -2. Bir işin, birtakım nedenlerle gerçekleşmesini bir sü re ertelemek. (Karş. Buzdolabına koymak)
Askıya çıkarmak: Evlenecek kimselerin durumlarını bildiren belgeyi belli bir süre herkesin İncelemesine sunmak.
Aslanrpayı: Bir paylaşmada, en büyük pay.
Aslan sütü : “Rakı” için şaka yollu söylenir.
Aslan yürekli: Cesur, yiğit (kimse).
Aslı astarı (faslı) olmamak: Yatan olmak, asılsız olduğu anlaşılmak.
Aslı çıkmak : Doğru, gerçek olduğu anlaşılmak.
Aslına bakmak : Bir şeyin esasını, gerçeğini araştırmak.
Astarı yüzünden pahalı olmak (gelmek): Bir, işin ikinci derecede önemli kısmına harcanan para ash için ödenen parayı aşmak.
Astığı astık, kestiği kestik : Zalim, acımasız, zorba (kimse).
Aşağıdan almak : Sert çıkış yapmamak,.yumuşak davranmak. (Karş.
Alttan almak.)
Aşağı görmek (saymak) (birini, bir şeyi) : Onu beğenmemek, kü çümsemek. (Karş. Hor görmek.)
Aşağı kalır yeri yok : “Nitelikleri bakımından başkalarından ya da ben zerlerinden farkı yök.” anlamında.
Aşağı kalmamak (birinden): Özellikleri ya da davranışları yönünden benzerlerinden geri kalmamak; aynı nitelikte, durumda olmak. (Karş. Geri. durmamak.)
Aşağı kurtarmaz: -1. “Daha ucuza satılamaz, çünkü zarar edilir.” -2. “Değerce daha aşağısını kendisine layık görmez.” anlamlarında.
Aşağılık duygusu (kompleksi) : Kendisini herkesten küçük görme duygusu.
Aşağı tabaka : Halkın “avam” denilen, nitelikleri beğenilmeyen, kültür-süz-eğitimsiz sayılan kesimi.
Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık : İki karşıt güç, durum ya da konuda karar verme zorluğu.
Aşağı yukarı: Yaklaşık olarak (Kar. Hemen hemen)
Aşığı cuk (bek, bey, çift) oturmak: Her işi yoluna girmek, herşey is tediği gibi gerçekleşmez.
Aşık atmak (biriyle): Bir kimseyle çeşitli konularda yarışa girmek; on dan aşağt kalmamak.
Açıklısı olmak (bir çeyln): O şeyin meraklısı, tutkunu, düşkünü ol mak.
Aşırı gitmek (aşırıya kaçmak) : -1. Sının aşmak, ölçüyü kaçırmak. -2. Usandırmak, bıktırmak.
Aşırı uç : Bir görüşün en ateşli, en yıkıcı kanadı.
Aşırılığa kaçmak: Bir konuda aşırı davranmak, alışılagelenin dışına çıkmak.
Aşka gelmek : O şeyi yapmak için büyük istek duymak; coşmak.
Aşk etmek : Hızla (tokat) vurmak.
Aşna fişna : Gizli dost, flört, oynaş.
Aşna fişna etmek : Gizli dostluk kurmak, oynaşmak, flört etmek.
Aş yermek: Gebe kadın kimi yiyeceklere aşın istek duymak, kimi yiye ceklerden tiksinmek; aşermek.
At başı (gitmek) : Beraber, bir hizada (gitmek).
Ateh getirmek :(esk) Bunamak.
Ateş açmak (birine, bir şeye) : Ona silahla ateş etmek
Ateş almak: -1. Tutuşmak, -2. (Silah İçin) Patlamak. -3. Birdenbire öf kelenmek
Ateş almaya mı geldin? : “Niye acele ediyorsun; ne acelen var?” anla mında.
Ateş bacayı (saçağı) sarmak: Bir iş çok tehlikeli, önüne geçilemeye cek bir duruma gelmek. (Kars. İş işten geçmek.)’
Ateş basmak: Bir sıkıntı nedeniyle bunalmak, vücut ateşi artmak.
Ateşe atmak (kendini, birini): Çok tehlikeli bir işe girişmek ya.da biri ni çok tehlikeli bir işe sokmak.
Ateş etmek (birine, bir şeye) : Ona silahla mermi atmak.
Ateşe tutmak (bir şeyi) (bir yeri, kimseyi) : -1. Onu biraz ısıtmak. -2. Ona ateşli silahla saldırmak.
Ateşe-vermek (bir yeri) : -1. Bir yeri kundaklamak, ateşle yakıp kül et mek. -2. Çok telaşlandırmak.
Ateşi başına vurmak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek.
Ateşi düşmek: (Hasta için) Vücut ısısı azalmak.
Ateş kesmek : Karşılıklı olarak ateş etmeyi bırakmak.
Ateşle oynamak: Tehlikeli bir işe girişmek.
Ateş olsa cirmi kadar yer yakar : “Onu o kadar önemseme, ondan gelebilecek tehlikeyi göze aldık.” anlamında.
Ateş pahası (pahasına) : Çok pahalı, fiyatı çok yüksek.
Ateş parçası: -1. Çok canlı, hareketli (kimse). -2. Yaramaz çocuk, ele avuca sığmayan (çocuk).
Ateş püskürmek (saçmak) : Öfkelenip ileri geri konuşmak, ağır söz ler söylemek.
Ateşten gömlek : Sıkıntılı, bunaltıa durum.
Ateş yağdırmak :Ateşli silahlarla sürekli atış yapmak.
At gözlüğü ile bakmak : Olayları dar açıdan görüp değerlendirmek.
Atı alan Üsküdar’ı geçti: “Fırsat elden kaçtı, artık yapılacak bir şey yok.” anlamında.
Atıp tutmak: -1. Biri hakkında ileri geri konuşmak. -2. Büyük işler yap tığını söylemek.
At oynatmak: -1. Üstünlük sağlamak. -2. Yarışmak. -3. Bildiği ve iste diği gibi davramak.
At pazarında eşek osurtmuyoruz: “Beni dinle, boş şeyler söylemiyo rum.” anlamında.
Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu durumdan daha aşağı bir duru ma düşmek.
Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işin sonucu, kazana o iş için harcanan emeği, parayı karşılamamak.
Attığı tırnak bile olamamak: Söz konusu kimseye göre çok değersiz olmak; tırnağı (bile) olamamak.
Avara kasnak işlemek : Boş yere çalışmak.
Avucunun içi gibi bilmek (bir yeri): Bir yeri çok iyi bilmek.
Avucunun içine almak (birini): Onu kendi etkisi, söz geçerliği altona almak, dilediği gibi yönlendirmek.
Avucunu yalamak: Umduğunu bulamamak.
Avuç açmak: Dilenmek, muhtaç duruma düşmek; el açmak.
Avuç dolusu : Pekçok; çok miktarda.
Avuç içi kadar (yer): Çok küçük (yer).
Ayağa düşmek: Bir işe olur olmaz kimseler de karışır olmak.
Ayağa fırlamak: Bulunduğu yerden hızlıca kalkmak.
Ayağa kaldırmak (birini, herkesi): -1. Onlart telaşa, heyecana sürük lemek. -2. Onlart kışkırtmak, isyan ettirmek.
Ayağa kalkmak: -1. (Hasta için) İyileşmek. -2. Saygı gereği oturma durumundan ayakta durumuna geçmek.
Ayağı alışmak (bir yere) : Bir yere gidip gelmeyi, bir yerden alışveriş yapmayı alışkanlık haline getirmek.
Ayağı (ayakları) (birbirine) dolaşmak: Telaş, utanma, heyecan vb. etkisiyle düzgün yürüyememek; ne yapacağını şaşırmak; yanlış bir davranışta bulunmak.
Ayağı çarıklı: Kurnaz, akıllı (kimse).
Ayağı ile gelmek: Kendi isteğiyle çelmek.
Ayağı kaymak : Kötü yola düşmek.
Ayağına bağ olmak : İşine engel olmak.
Ayağına çabuk: Hızlı yürüyen, çabuk gidip gelen.
Ayağına çağırmak : Yanına gelmesini söylemek.
Ayağına dolaşmak (dolanmak) : -1. İş yapan birinin çevresinde dola şıp iş yapmasına engel olmak. -2. Yaptığı kötülüklerin karşılığını gör mek
Ayağına geçirmek (bir şeyi): Pantolon, pijama vb’yi giymek.
Ayağına gelmek: -1. Yanına gelmek. -2. Emeksizce elde etmek.
Ayağına gitmek (birinin) : Saygı gösterip, alçak gönüllü davranıp yanı na gitmek.
Ayağına (ayaklarına) kara su İnmek: Uzun süre ayakta kalıp yorul mak.
Ayağına sıcak su mu (şerbet mi) dökelim? : ‘Uzun süredir bize gel-miyordun; nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz.” anlamında sitem yollu söylenir.
Ayağını alamamak: -1. Alıştığı yere gitmekten kendini men edeme mek. -2. Ayağını oynatamayacak duruma gelmek.
Ayağını çekmek (bîr yerden): Sık gittiği yere artık gitmez olmak.
Ayağını denk almak : Birtakım tehditlere, tehlikeli durumlara karşı dik katli, uyanık davranmak.
Ayağını kaydırmak (ayağının altına karpuz kabuğu koymak) : Bir kimseyi birtakım bahanelerle, uydurma gerekçelerle işinden, görevin den uzaklaştırmak.
Ayağını kesmek: -1. Devamlı gittiği yere artık gitmez olmak. -2. Bir kimsenin bir yere devamlı gidip gelmesinin önüne geçmek.
Ayağının (ayaklarının) altına almak (birini) : Onu feci şekilde döv mek, hırpalamak.
Ayağının altında olmak (bir yer birinin) : Bulunduğu yerden geniş bir alanı görür durumda dmak.
Ayağının attına karpuz kabuğu koymak : bk. Ayağını kaydırmak.
Ayağının pabucu olamamak (biri başkasının) : Değerce ondan aşa ğı olmak.
Ayağının tozuyla : Yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden.
Ayağını sürümek : -1. Ardından başkalarının gelmesine yol açmak. -2. Ölmek üzere olmak. -3. Bir işi ağırdan almak. -4. Bir yerden uzaklaş mayı geciktirmek.
Ayağını vurmak : Ayakkabı ayağını sıkmak, yara etmek.
Ayağını yorganına göre uzatmak : Giderini gelirine göre ayarlamak.
Ayağı (ayaklan) suyu ermek (değmek) : Gerçekler umduğu gibi çık madığı için düş kırıklığına uğramak (Kars Aklı başına gelmek.)
Ayağı uğurlu : Geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kimse).
Ayağı (ayakları) yere değmemek : Sevinçten yerinde duramamak
Ayak altında dolaşmak : Bir işe yaramadığı halde herkesin işine en gel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak.
Ayak bağı: İş yapmaya engel olan şey.
Ayak basmak (bir yere) : -1. Bir yere inmek, varmak. -2. Bir şeye baş lamak, girmek.
Ayak diremek : Kendi görüş ve tutumunda ısrar etmek, onu ısrarla sa vunmak.
Ayakkabı vurmak (sıkmak) : Ayakkabı ayağı rahatsız etmek.
Ayaklar attına almak (bir şeyi) : Önemli, kutsal, değerli şeyleri çiğne mek, hiçe saymak.
Ayakları dolaşmak : bk. Ayağı dolaşmak.
Ayakları geri geri gitmek : Bir yere isteksizce gitmek, oraya gitmek is tememek.
Ayakları yere basmak : Gerçekçi, sağduyulu olmak.
Ayaklı canavar : Yaramaz çocuk.
Ayaklı kütüphane : Genel kültürü zengin olan kimse.
Ayak takımı: Bilgisiz, görgüsüz kimseler için kullanılan aşağılama sö zü.
Ayakta tutmak (bir şeyi) (birini) : -1. Ortadan kalkmasının, çökmesi nin önüne geçmek, sürekliliğini sağlamak. -2. Sağlıklı olmasını, iş ya pabilmesini sağlamak.
Ayakta uyumak : Olup bitenlerin farkına varamayacak kadar dalgın ve şaşkın durumda bulunmak
Ayak uydurmak (birina, bir şeye): -1. Yürüyüşte adımları başkaları nın adımlarına uydurmak . -2. Bir başkasının davranışlarına uygun davranmak; bir değişikliğe uyum sağlamak.
Ayak üstü : Ayakta durarak, ayakta olarak.
Ayak yapmak : Birisini kandırmaya çalışmak.
Ayasofya’da dilenip Sultanahmet’te sadaka (zekât) vermek : Geçi mini sağlayabilmek için başkalanndan yardım almasına rağmen ken disi elindekini başkalarına vermek.
Ayaza çekmek : Hava çok soğuk olmak.
Ayaz paşa kol geziyor (kola çıktı): ‘Hava çok soğuk.” anlamında.
Aybaşı olmak: Âdet kanaması başlamak; âdet görmek.
Ayda yılda bir : Çok seyrek olarak, nadiren; arada bir.
Ayda yılda bir namaz, onu da şeytan kömaz : “Çok seyrek olarak iyi bir iş yapmaya kalkar, fakat bir bahane bularak ondan da cayar.” an lamında.
Ay dede : Çocuk dilinde ay.
Ayıbını yüzüne vurmak : Bir kimsenin hatasının yüzüne* karşı söyle mek.
Ayıkla pirincin taşını: “İşler öyle karmakarışık oldu ki, gel de işin için den çık!” anlamında.
Ayıptır söylemesi: -1. “Öğünmek gibi olmasın.” -2. “Bunları söylemek ayıptır; ama beni bağışlayın söylemek zorundayım.” anlamında.
Aykırı düşmek : Uygun gelmemek, çelişmek (Kars. Ters düşmek.)
Ayna tutmak (bir şeye) : Onu yansıtmak, göstermek.
Aynı ağzı kullanmak: Aynı şeyleri söylemek, («arş. Ağız birliği et mek.)
Aynı kapıya çıkmak : Aynı sonuca varmak, sonuç olarak hiç değişme mek; bir kapıya çıkmak.
Aynı telden çalmak : Hemen hemen aynı şeyleri söylemek.
Aynı yolun yolcusu : Yazgıları aynı olanlardan her biri.
Ay parçası: Çok gürel (kız).
Ayran gönüllü : Bir şeyden kısa sürede bıkan (kimse).
Ayranı kabarmak : -1. Öfkelenmek. -2. Aşırı cinsel istek uyanmak.
Ayranı yok içmeye, atla (tahtırevanla) gider sıçmaya : Yoksul oklu ğu halde, zenginler gibi yaşamaya Özenen kimse için alay yollu söy lenir.
Ayrı düşmek : -1. Birbirinden uzakta kalmak. -2. Bir konuda anlaşama-mak, uyuşamamak.
Ayrısı gayrisi olmamak: Dost olanlar birbirlerinden hiçbir şeylerini esirgememek, yakın dost olmak.
Ayrı tutmak : Farklı davranmak.
Ayvayı yemek : Çok kötü, tehlikeli bir duruma düşmek, zarara uğra mak.
Ayyuka çıkmak : Ses çok yükselmek, fazlalaşmak.
Aza çoğa bakmamak: Bir şeyin niceliğine değil, eline geçtiğine önem vermek.
Azar işitmek : Söylediği bir söz ya da yaptığı bir davranıştan ötürü laf işitmek, azarlanmak, paylanmak.
Az buçuk (az çok} : Biraz, bir parça, şöyle böyle.
Az buz (bir şey) olmamak : Bir şey azı m sanacak kadar olmamak.
Az çok ; Bir parça; oldukça.
Az daha : bk. Az kalsın.
Az değil: “Göründüğü gibi değil.” anlamında.
Az gelmek : Yetmemek, yeterli olmamak.
Azınlıkta kalmak : -1. Bir oylamada bir görüşe olumlu ya da olumsuz oy verenlerin sayısı az çıkmak. -2. Sayıca az oldukları için varlık gös terememek; ekalliyette kalmak.
Azizlik etmek : -1. Muziplik etmek, şaka yapmak. -2. Beklenmedik, şa şırtıcı bir durumla karşı karşıya bırakmak.
Az kalsın (kaldı) (az daha) : “Bir iş olmak üzereydi, hemen hemen olacaktı.” anlamında.
Azrail’e bir can borcu kalmak (olmak) : -1. Bütün borçlarını ödemek. -2. Eninde sonunda Öleceğini kabul etmek.
Azrail’in elinden kurtulmak: Ölümden kurtulmak, ölüm tehlikesini at latmak.
Azrail’le burun buruna gelmek : Ölümle karşı karşıya gelmek
Az ye de, (kendine) uşak tut: “Ben senin uşağın mıyım ki ikide bir bana iş buyuruyorsun?” anlamında hafif yollu azarlama sözü.